Yaşadığımız ortamda bir araya geldiğimiz, kıraathane, çay ocağı, arkadaş meclisleri sohbet ortamlarını oluştuğu birçok yerde, birbirimize sayılamayacak derece çok söylemlerde ve şakavari çeşitli hareketlerde bulunuruz.
Söylediklerimizle karşımızdakini inandırmadığımız gibi, belki söylediğimiz birçok şeye kendimiz bile inanmayız, belki de inanmak istemeyiz.
Memleket meseleli kritikler yaparken, özellikle bu memleketin sahipsiz olduğundan dem vuruyoruz. Bir şeyler yapmaya, elini taşın altına koymaya gelince oralı bile olmayız. Yani atıp tutmak, eleştirmek, belki çamur atmak, suçlu birilerini cımbızla arayıp bulmak, günah keçisi bulmak, en sevdiğimiz şeylerdir.
Her şeyi bildiğimizi düşünerek, kendimizden başka kimsenin aklına, fikrine, duygu ve düşüncelerine, hatta daha da ileri giderek dinine, imanına, mezhebine, meşrebini beğenmeyip, laubali davranarak, gayriciddi sözler sarf ederek, güya kendimizi, medeni, bilgili, kültürlü ve uygar olduğunu düşünen zerzevatlar içerisinde yer alıyoruz çoğu zaman. Ne kadar kendini soyutlamaya kalksanız da, bir şekilde aynı ortamda bulunmaktan, aynı havayı teneffüs etmekten, aynı sohbetlere iştirak etmekten; bazen, bazı konularda müdahale etmekten yakanı kurtaramıyorsun.
Konuştuklarıyla, yaptıklarıyla, kendi fıtratına ters düşerek, bulunduğu yer, zaman ve mekânda farklı kişilikler sergileyerek, inandırıcılığını ve güvenirliliğini yitiren o kadar genç, yaşını başını almış, sözde kemale ermiş insan mevcut ki. Ne yapacağınıza, ne diyeceğinize karar veremiyorsunuz. Öyle uluorta, cıbıldak kalıveriyorsunuz.
Konuşulurken bir an da “U” dönüşü yapanlar var.
Fikri, zikri, yaşantısı, insanlara verdikleriyle yaptıkları arasında tutarsızlıklar olan bir takım hocalarımız var.
Her gün farklı düşüncelerle hayatını iademe eden, meydanlarda farklı, koltuklarda farklı düşünceler içerisinde, farklı kişilikler sergileyen siyasetçiler, politikacılar var.
İnsansak da, inanamasak da, inanmak istemesek de, bunlar olmaktadır, sanırım hep olacaktır da.
İnsanların hayatlarının değişmesinde, memleketlerinin gelişmesinde, geleceklerinin şekillenmesinde, ne kadar dengeli, tutarlı, ahlaklı, erdemli davranıyor, değerlerimizi koruma ve kollama adına, ne kadar insanî değerler çerçevesinde hareket ediyoruz, hiç düşündünüz mü?
Kesinlikle herkesin katıldığı, bulunduğu, bulunmak zorunda olduğu sohbet ortamları vardır.
Hanginiz kalkıp da “ Hayır, bizim ortamda öyle şeyler olmaz, olamaz, olmamıştır” diyebilir?
İlla ki ortama ters düşen, muhalif olan, muhalefet yapan, suyu bulunduran, abuk-subuk konuşan birileri olacaktır.
Hiç kimse “aman bana ne, ne derlerse desinler!” diyerek, kendisini olanlardan, ortamdan soyutlayamaz, soyutlamaması da gerekir. Doğru yapmamakla birlikte, inanın çoğumuz buna rıza gösteriyor, sessiz kalarak tabiri caizse söyledikleri kabullenip, onay veriyoruz. Peki, doğru mu? Kesinlikle doğru değil.
Konuşarak, müdahale ederek, en azından safımızı belirlememiz gerekir. Malum tarafı olmayanın, bertaraf olacağını bilmemiz gerekiyor.
Kimse kimsenin canını sıkmamalı, acıtmamalı, kimse kimseyi üzmemeli, kimse kimseye yalan söyleyip kandırmamalı, kimse bir başkasına ait yeri işgal etmemeli, herkesin yüzünde bir tebessüm olmalı, insanî değerlere uygun hareket edilmeli.
Sohbetlerin flu olduğu ortamlarda ne, neyi, nasıl konuşulacağını iyi bilmelidir insan denen yaratılanın en şerefli olan canlı varlık.
Kerim BAYDAK
kbaydak61-artan@hotmail.com