ŞU ÇILGIN TÜRKLER

Abone Ol

‘ bir patırtı bir gürültü. Beyannameler, telgraflar. Sanki bir şeyler oluyor, bir şeyler olacak…. Ayol şuracıkta her işimiz, her kuvvetimiz meydanda. Dört tarafımız açık, dünya vaziyetimizi biliyor. Hülyanın, blöfün sırası mı? Hangi teşkilat, hangi kuvvet, hangi kahraman? Hülyanın bu derecesine, uydurmasyonun bu şekline ben de dayanamayacağım. Bari kavuklu gibi ben de sorayım; kuzum Mustafa sen deli misin?’

Bu, yazar Refik Halit Karay’ın Mustafa Kemal ile Milli Mücadelenin başlaması ile ilgili düşüncelerinin ifadesidir.

Anadolu’da kurtuluş mücadelesi başladığında İstanbul’da bu düşüncede olan insan sayısı hiçte azımsanmayacak kadar çoktu. Son dönem Osmanlı aydınlarının batı karşısında duyduğu aşağılık duygusunun bir örneği olan Ali Kemal Londra konferansı öncesinde gazetedeki köşesinde şöyle yazıyordu:

‘ Avrupa ile başa çıkmayı, yüzyıllardan beri Asya’nın hangi kavmi başarabilmiş ki biz başarabilelim.’

Vahteddin, 30 Mart 1919 da Damat Ferit aracılığıyla, İngiliz yüksek komiseri Amiral CALTHORP’A gönderdiği kendi eli ile yazdığı tasarıda şöyle diyordu: ‘ Osmanlı İmparatorluğunun 15 yıl müddetle İngiliz sömürgesi olması gerekmektedir’

Yukarıdaki satırlar o dönem Osmanlı Hanedanlığının psikolojisini özetleyen en yalın ifadelerdir. Korkunun, yılgınlığın ve ümitsizliğin hüküm sürdüğü bu ortamda Anadolu’da filiz veren milli mücadeleye inanmak ve bel bağlamak hiçte kolay bir tercih değildir. Bugün beğenmeyip el birliği ile yıkmaya çalıştığımız CUMHURİYET işte bu şartlarda doğup başarıya ulaşmış bir mücadelenin meyvesidir. Günümüzde ATATÜRK’E saldıranların yaptığı gibi bu günün şartları ile tarihi yargılamak abesle iştigal etmektir. O günün imkânsızlıklarıyla çekilen acıları yaşanan kahramanlıkları bilmeden ahkâm kesmek işin kolayına kaçmaktan başka bir şey değildir.

Kutladığımız 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın önemini kavrayabilmek için Turgut ÖZAKMAN’IN ‘ Şu Çılgın Türkler’ kitabını her vatandaşın okuması, hatta okullarda kaynak kitap olarak okutulması gerektiği inancındayım. Kutlama törenlerinde atılan hamasi nutuklar yerine yeni yetişen kuşakların bu tip kaynaklara ulaşabilmesini sağlamak, okumalarını teşvik etmek, kolaylaştırmak Cumhuriyete, dolayısıyla bu ülkeye yapılacak en iyi hizmet olduğu katindeyim.

O dönemde elbette ki yalnızca işbirlikçiler yoktu. Adamdan çok cudamların kol gezdiği omurgasızlığın pirim yaptığı bu zorlu günlerde tabi ki onurlu, gururlu ve inançlı insanlarda çoktu. Zaten bu nedenledir ki milli mücadele başarıya ulaştı.

İşte bunlara ‘ Şu Çılgın Türkler’ den bir örnek:

‘ İstanbul hükümetinin harbiye nazırı Ziya Paşa, her zamanki yumuşaklığı ile, beyler dedi….İngilizlere kafa tutamayız,adamların hiç şakası yok. Daha geçen gün bir bahane icat ederek İzmit’i tekrar işgal ediverdiler. Nazır sözlerini tamamlarken kapı açıldı, kapının boşluğu içerisinde yaver göründü.

Emrettiğiniz Yüzbaşı geldi efendim.

İçeri al.

Nazır, subaylara bilgi verdi.

Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.

Yüzbaşı beklemeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek Nazırın masası önünde durdu, selam verdi. Yüzbaşı Faruk, İstanbul, beni emretmişsiniz.

Nazır önündeki bir yazıya bakarak, yumuşak bir sesle, oğlum dedi, dün akşam Beyoğlu’nda İngiliz İnzibat Subayı Teğmen MİLLER’İ, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?

Evet, efendim doğru.

Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi:

Herhalde görmediğin için selamlamadın değil mi çocuğum?

Hayır, efendim gördüm.

Nazırın canı sıkıldı.

Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti

Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam. Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez mi?

Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı: askerlik töresi mi kaldı yavrum, adamalar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bul ve özür dile olayı kapatalım.

Başı ile çıkması için izin verdi ama Yüzbaşı yerinden kıpırdamadı.

Paşam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum.

Nazır bıkkınlıkla söyle bakalım dedi.

Balkan savaşında asteğmendim, Çanakkale’de üsteğmen, Suriye cephesinde Yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin özür dileyemem.

Harbiye Nazırı bozuldu, anlamadın galiba Harbiye Nazırı olarak emrediyorum.

Yüzbaşı sükûnet ile ‘anladım efendim’ dedi. Apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı.

Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!

Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların İstanbul’u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi Yüzbaşıdan daha büyüktü. Gözleri dolarak Yüzbaşıya selam durdular’

Bugünde içimizde batı hayranı, batıya aşağılık duygusu ile bağlı yazar, çizer siyasetçilerimiz var. Ama bugünkü şartlarımız o günden daha kötü değil. Bu ülkede her zaman Yüzbaşı Faruklar, Doktor İhsanlar, Fatma Bacılar, Hoca emmiler, Kaymakam İbrahim Ethem beyler olacaktır ve bedeller ödemiş bu ülkede bedel ödemeye hazır nice neferler her zaman çoğunluk olacaktır.

ASIM ÖCAL

12.11.2022