Tayyip Erdoğan olmasın da…

Abone Ol

Son yıllarda yapılan tüm seçimlere bir gerginlik ortamında girdik. Hep bir kutuplaşma hep bir hesaplaşma ve hep “inadına” oy vermeye tanıklık ettik. Bir seçime daha gideceğiz ama bu defa, en azından şimdilik bir gerginlik görünmüyor. Ya sonra?

Ağustos ayında bir kez daha (belki iki kez) sandık başına gideceğiz ve bu defa cumhur, kendi başkanını seçecek.
Halkın oyuyla Çankaya’ya çıkacak ismin kim olacağına karar vereceğiz ama her zaman olduğu gibi “halkın sağlıklı karar vermesi için değil, vermemesi için” bir mücadele içine girilecek.
En azından şimdiye dek yapılan seçimler böyle oldu.
Çünkü Türkiye’de seçimi alması gerekenlerle alması gerektiğine inananlar hep farklı oldu.
Halkı beğenmeyenler, hor ve hakir görenler, inancını, yaşam tarzını, kültürünü, dilini, dinini, rengini beğenmeyenler, hatta zaman zaman ağır hakaret edenler, “seçimin her zaman galibi” olmaları gerektiğine inandılar.
Onlar inansa da, halk inanmadı…
Ve antidemokratik dönemlerin dışına her çıktığında “halka yakın” olana oy verdi.
Merhum Adnan Menderes, böyle bir dönemde başbakan oldu ve böyle dönemin sürmemesi adına da idam sehpasına götürüldü…
12 Eylül darbesi sürerken anayasaya oylamasına yüzde 95 oy verdiği görülen halkın, ilk seçimde darbe lideri Kenan Evren’in işaret ettiği partiyi sandığa gömmekten geri kalmadı.
Başını belaya sokmayı sevmeyen, gücü elinde bulunduranlarla cebelleşmeyen ama ilk fırsatta haddini bildiren bir millet olduk.
2002 seçiminden sonra “yasaları eğip bükenler” nedeniyle AK Parti, girdiği her seçimde “halkın yanında duran” oldu ve halk da yanında duranı destekledi.
Meşhur 367 krizi, Türkiye’de iktidarı dilediğine lütuf olarak sunan “güçleri” görmemizi sağladı.
Onların 367’sine, yüzde elliyle karşılık vermek zor değildi.
Anayasa değişikliğinde aynısı oldu.
17 Aralık operasyonunda aynısı…
Çünkü muhalefet, hep yanlış tarafta yer aldığının farkına varmayacak kadar gözü küllüydü.
Halka giderken, halkın karşısında olmak, siyaseten intihardı.
Buna rağmen de her seçimde halkın geleceğini çalacak, özgürlüğünü elinden alacak, Türkiye’yi kaosa sürükleyecek odaklarla el ele, kol kola seçime girdiler…
Halk ise kendi yanında durduğuna inandığı partiyi destekledi.
Geziyle başlayan, 17 Aralık’la devam eden ve farklı inanç, kültür ve ideolojideki siyasi partilerin, terör örgütlerinin veya aşırı uçların “aynı amaç” için birleştiğini görmek, halkın adresini belirledi.
Buna zorlayan kendileriydi ama bunu bilmeyecek durumdalardı…
AK Partiye oy vermeyi “bir zorunluluk” yapan kendileriydi…
Bunu da akla hayale gelmedik yollarla yapıyorlardı.
Yatırıma karşı çıkıyorlardı mesela…
Dünyanın en büyük havalimanına karşı çıkmak ve sonra oy istemek pek akıl kârı değildi…
Tarihin tekerrür etmesine yardımcı olarak yine aynı zihniyetin boğaz köprüsüne karşı çıkması da pek akıl kârı değildi.
Sonra Marmaray’a karşı çıkarak, halka gitmek de siyaseten doğru bir yol değildi.
Ya demokratikleşme…
30 yıldan fazladır devam eden terörü bitirmek, barış ve huzur sağlamak, anaların gözyaşını silmek için atılan tüm adımlara tekme atan bir muhalefet vardı; barış istemiyor, kan aksın diyorlardı sanki…
Anayasayı demokratikleştirmeme adına her türlü ayak diretme vardı ama anayasa değişmediği için de suçlayacakları yerler…
30 Mart seçimlerine böyle girdik.
Hâlbuki yerel seçimde AK Partinin daha az oy alma durumu vardı.
Özellikle bazı kentlerde “aday tespitindeki yanlışlık” ve “yerel siyasetçilerin hırsı”, vatandaşın ayar vermesini gerektirebilirdi.
Muhalefet, vatandaşın elinden bu ayarı bir kez daha aldı ve büyük bir destekle AK Parti yine birinci oldu.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin farklı olacağını sanmayın…
Gezi ve 17 Aralık sponsorlarının aday belirlediği bir seçime gidiyoruz…
Tüm hedef, bütün hesap, plan ve projenin tamamı “Tayyip Erdoğan olmasın da…” anlayışından öteye gitmiyor. Bu bir plansa eğer, içi boş, geleceği düşünülmemiş, ayakları yere basmayan, akıl ve mantıkla izah edilmeyen, halkın yararı gözetilmeyen, altyapısı bulunmayan bir proje olduğu kesin…
Elbette bu, aday gösterenlerin ve adaya oy vereceklerin sorunu…
Ama ülkenin asıl sorunu, “sağlıklı seçime gidememek”tir…
Gezi, 17 Aralık ve intikama hazır Ergenekoncu, Balyozcu çetelerin seçim için neler tasarladığını bilemiyoruz.
Bıraksalar, belki kendi adaylarına oy verecek çıkacak…
Ama bırakmazlar…
Yine bir kutuplaşma olacak, yine bir kamplaşma…
Türkiye ikiye bölünecek (muhtemelen)Recep Tayyip Erdoğan’a oy verenler ve Gezi sponsorlarının adayına oy verenler…
Oysa ilk kez halk cumhurbaşkanını kendisi seçecek…
Bu devletin de başı olacak…
Yeni Türkiye, bu seçimle yeniden şekillenecek.
Cumhurbaşkanının görevi de, başbakanın görevi de “olması gerektiği” noktaya gidecek…
Üstelik yapılacak çok şey var.
Özellikle demokratikleşme, çözüm süreci dâhil olmak üzere “bir arada kardeşçe” yaşamamızı sağlayacak adımların atılması var.
Bunu en iyi kimin yapacağını, bu halkın bilmesi gerekir.
O nedenle “gerginlikle beslenen” bir seçime değil, kendini anlatan ve halktan destek isteyen bir seçime gitmemizi arzulardım.
Bırakın seçime gitmeyi, bu arzuyu duymayı bile özler olduk…
 
Tweetimden seçmeler
Televizyonlar, her alanda uzman doktor, yaşam koçu, kişisel gelişim ve her konunun uzmanından geçilmiyor. Kesin başka topluma konuşuyorlar.