Kendimi bir yıldız gibi hissediyorum bazen. İçimden bir ses ‘tek geçerim seni’ diyor oldukça sesli. İnanıyorum. O kadar iyi geliyor ki...
Sevgi arsızı bir insan olarak her ‘hayır’ dediğimde özellikle bu ses ortaya çıkıyor. Doğru ya da yanlış olduklarını kanıtlama ihtiyacı duymadan dediğim her ‘hayır’ aslında başkalarını serbest bırakabildiğim ender anlardandır. Bin bir açıklama yapıp bir de ‘kendine iyi bak’ gibi şans dilemelerle noktalanan ayrılıklara son verip bunun yerine ‘Hoşça kal’ diyerek ve kendime iyi şanslar dileyerek yapmak istiyorum bunu. Bu daha dürüst, açık ve doğrudan geliyor bana.
“Pozitif psikolojinin geçmişi 1800’lü yıllara kadar uzansa da psikoloji bilimi altında bir dal olarak 1998 yılında Martin Seligman’ın Amerikan Psikoloji Derneği başkanlığı yaptığı dönemde resmen kabul edildi. Beyin çok enteresan bir organ, yeni yeni keşfedilmeye çalışılıyor ve doğası gereği olumsuza odaklandığı biliniyor. Suçlusu da beynimizde özgürce akma eğiliminde olan ve olumsuz düşünceleri teşvik eden “kortizol” adlı kimyasal. Beynimiz kortizolü çok seviyor, ufak bir tehlike gördüğünde ve stres anında kortizol salgılanınca doğal olarak öncelikle negatif duygulara odaklanıyor. Pozitif psikoloji aslında bu noktada devreye giriyor ve diyor ki ‘Kötü giden şeyi düzeltmeye çalışmak yerine, iyi olanlara odaklanalım.’ Normal psikoloji soruna odaklanır ve onu çözmeye çalışır ama pozitif psikoloji, bize iyi giden ne varsa ona odaklanmayı gösterir.”
Şimdi nerden çıktı bu alıntı demeyin. Merak etmeyin biraz kulağını tersten göstermek gibi olsa da açıklayacağım bu alıntıyı niye yaptığımı. Birçok nedeni var ama tetikleyici olan yıllar önceki bir yaşanmışlığı anımsatması. O yaşanmışlığın da hakkını verelim aynı zamanda.
Saygı duyduğum yazar ve emekli öğretmen bir hocamla sohbet ediyoruz kurumsal bir mekânda. Ben beynin işlevinin ilk olarak olumsuza odaklanmak olduğunu söylüyorum okuduklarımdan yola çıkarak. Hatta bunu yazma gafletinde de bulunarak hocama çok güzel bir malzeme veriyorum. “Bende öyle olmuyor” diyor hayatı ti’ye alan hocam. Üstelik sekreter kıza da sorup yanıt ondan yana olunca sap gibi ortada kalıyorum şaşkın. Çünkü nedenini açıklayamıyorum, sadece kendimde olandan yana çıkarak benimseyip kabul ettiğim için herhangi bir şey de diyemiyorum. O günkü mahcubiyetimin yanı sıra şaşkınlığımı çok net anımsıyorum.
İşte en başta o günkü şaşkınlığımın hakkını vermek istedim. O gün veremediğim yanıt bugünkü o alıntının içinden geldi. Neymiş o da; ’kortizol’.Hani yıllarca emek verirsin de karmakarışık ayrıntılarda boğulurken basitliği kaçırırsın ya, benim için de öyle oldu. İlkel benlik üzerine bir sürü şey bilmem böyle basit bir denkleme götüremedi beni. Kolay ama basit değil dedikleri bu olsa gerek. Analitik zihnim hiç susmadığı için gevşeyemiyorum zaten.
Ne yapalım! Bu da benim. Sular bulanmadan durulmuyor benim için. O olay ya da durum yaşanmasaydı bugün bu farkındalık oluşmayacaktı. Evet, okuduklarımı hazmetmekte güçlük çekiyorum. Çünkü ne bulursam yediğim gibi ne bulursam da okuyorum. Sadeleşmeye niyet ediyorum her iki konuda da. Moda kelime ‘minimalizm’.
Diyorum ya hep aynı paradoks “ Olmalı mı olmamalı mı?” Bülent Ortaçgil’ den gelsin. Ama ben ben olamam ki! Diyen sesi kulaklarımda.
Öyleyse yine alıntıdan önceki paragraflara dönecek olursak ne demiştim; pozitif düşünmeyi seçebilir ve öğrenebilirimden yola çıkarak ‘bin bir açıklama yapmadan’ size hoşça kal diyorum, kendime de iyi şanslar diliyorum. Hadi hadi içime sinmedi yine. Size de diliyorum. Kocaman kucak.