Öykünün yazarı titiz bir koleksiyoncudur. Katılıyorum. Nasıl da biriktirmiş anları Sait Faik. Sinağrit Baba adlı öyküsü şu an ilk aklıma geliveren. Bir canlının fiziksel ve ruhsal ölümü kaynaştırılıp daha güzel nasıl anlatılabilir ki? Onca gözlem bu kadar naif imbikten nasıl geçirilir! Her okuyuşumda hayranlığım bir kat daha artar kendisine ve öykülerine.
İşte çok fazla ayrıntılara girmeden beni etkileyen Sinağrit Baba’ dan iki paragraf:
“Sinağrit Baba’ ya büyüyen gözleriyle’ bizi kurtar şu lanetlemeden’, der gibi bakıyorlardı. Sinağrit Baba düşünüyordu. Gidip o yakamoz yapan ipe bir diş vurdu mu idi, tamamdı. Ama hiçbirini kurtaramıyor, hareketsiz duruyordu.”
“Yoksa Sinağrit Baba yakalanır mıydı? Sinağrit Baba hırsından tekrar tepindi. Bağırmak ister gibi ağzını açtı. Kapadı. Sinağrit Baba son nefesini böylece hiçbir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verdi.”
Bense bunca zaman biriktirdim durdum anıları. Hâlbuki duygularım biriksin isterdim. O kadar uzak yaşamışım ki onlardan, hepsini indirgemişim tek bir duyguya: Korku.
Doğum günlerimde fotoğrafçı getirtirmiş babam. Annem güzel güzel pasta, börek yapar, süslenip toplanırmış bütün sülale. Gülünç ahenk yenilir içilirmiş. Fakat bütün o fotoğraf karelerindeki görüntüm, bir aile büyüğü tarafından poz verip yüzüm görünsün diye çekiştirilirken feryat figan ağlayan bir kız çocuğu. O gün bu gündür, her duyguya ilk tepkim ağlamaktır.
Annem de çok ağlardı benim. Hatta rahmetli babam genelde maviş maviş bakan nemli gözlerine takılırdı bazen:” Sen ağlıyor musun?” diye birkaç kere üst üste sorsa inci taneleri gibi dökülürdü yaşlar. Bugün kolay kolay ağlamaz. Duygular da mı yaşlanıyor ne?
An ne? Diye soruyordu geçenlerde adamın biri. Anne’ den biriktirdiklerimiz diye de devam ediyordu konuşmasına. Dinleyemedim gerisini. Öyleyse şimdi temizlik zamanı.