Türkiye’de onlarca yıldır tartışılan siyaset-medya ilişkisi günümüzde halen gündemdeki yerini koruyor. Özellikle son 20 yıldır AKP iktidarıyla birlikte ana akım medya sahipliğinin çeşitli yollarla el değiştirmesinin ardından bu tartışmalar son bulmayacak gibi.
Medyanın, ‘yandaş medya’ ve muhalif medya olarak çok keskin çizgiler ile ayrılması beraberinde ‘halkın haber alma hakkı’ konusunda da çeşitli tartışmalara yol açtı. Gerek görsel, gerekse yazılı basında yandaş medya organlarının iktidarın söylemlerinin dışına hiç çıkmadan gazetecilik faaliyetini yürütüyor olması, araştırmacı gazeteciliğin neredeyse tamamen ortadan kalkması, -sorgulamadan, tamamen söylenileni aktarır- halde yayıncılık yapması kamuoyu nezdinde güven kaybı, izleyici azalması ve tirajlarda büyük düşüş olarak karşılık buldu.
Özellikle AKP iktidarı ile birlikte giderek artan ve son bulmayacak gibi de görünen işten attırma, bıraktırma, kapatma ve çeşitli kanallar vasıtasıyla ceza, dava gibi tehditlerin de çoğalması, siyasetçilerin medya organlarını ve gazetecileri hedef göstermesi tartışmayı iyice içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Siyasi parti taraftarlarının da özellikle sosyal medya üzerinden gerçekleştirdiği linç kampanyaları da bu tartışmanın bir başka boyutu.
Siyasetin Medya Üzerindeki Etkisi
Siyasi unsurlar, medya gücünü ellerinde bulundurmak ve medyaya tamamen hâkim olmak amacıyla medyanın hareket alanını sınırlandırmak ve denetim altına almak istemektedirler. Hangi yönetim anlayışında olursa olsun, medyanın yanında yer almasını isteyen siyasi güç medyayı yönlendirmekte ve bir takım yaptırımlar uygulayarak kendine bağlı kılmaya çalışmaktadır. Bunlardan yola çıkarak, özellikle haber alma/verme, kamu denetçiliği ve araştırmacı gazetecilik görevlerini üstlenecek olan medyaya yönelik yapılan baskılar ve oluşturulan denetimler siyasi yapılanmalara göre çeşitlilik arz etmesine rağmen sansür uygulaması ve kanunlarla denetim bu alanda en yaygın kullanılan tahakküm araçlarıdır.
Türkiye’de ise kanun ve yönetmeliklere bakıldığında, bu sürecin her dönem işlediği ve iktidarda bulunan güç odaklarına medyanın hizmet ettirilmeye zorlandığı görülmektedir. Bunları bir takım medya isteyerek yapar iken yani iktidarın sözcülüğüne soyunmuş iken bir takım medya ise, ya patronları aracılığıyla ya da editör ekibi tarafından susturulmuş, sindirilmiş ve seslerini duyuramaz olmuşlardır. Bu her dönem farklı işlemekte fakat sonuç hiç değişmemektedir. Burada önemli olan medyanın siyasal gücün kontrolünü kabul etmek durumunda olmasıdır. Siyasi gücün elinde çok önemli bir koz bulunmaktadır. Yasama yani kanun yapma ve değiştirme yetkisi bu anlamda siyasal gücün medya üzerinde en önemli baskı unsurudur. Bu baskı unsurlarına kurullar, yönetmelik ve kanunlardan örnek vermemiz mümkündür.
Özetle medya ve siyaset, birbirlerinden ayrı süreçler olarak değerlendirilemez. Hem siyasetçilerin kamuoyu oluşturması, hem de medyanın toplumsal gücü yakalaması açısından birbirleri arasında sürekli etkileşim halindedir ve her dönem birbirlerine yön verme gayretindedirler.
Medya ve Siyaset
Medyanın kontrol altında tutulduğu ülkelerde demokratikleşmeden bahsetmenin mümkün olmadığını söyleyen 20.Dönem Milletvekili Celal TOPKAN bu konuyla ilgili açıklamasının devamında;
“Basın siyaseten taraf olursa, tarafsız yayın yapmaz. Parti sözcülüğü yaparsa, halk siyasetin yapılanma, işleyiş ve ülkenin sorunları konusunda doğru bilgiye ulaşamaz. Doğru karar veremez. Ülke kötü yönetilir. Başarısız olur. Demokrasi ve hukuk gelişmez. Hak ve özgürlükler gelişmez ve güvence kavuşmaz. Ülkede çatışma yaşanır. Toplum barış ve huzura kavuşamaz” dedi
Medya ve siyaset arasındaki ilişki, ‘ortak yaşam ilişkisi’ şeklinde tanımlanmaktadır. Medya, haber kaynağı olarak siyaseti görmektedir. Siyasi partiler ve siyasi aktörler ise kendi düşünce, tutum ve ideolojilerini kamuoyu oluşturmak amaçlı seçmen kitleye, yani vatandaşa ulaştırmak isterler. Bu ilişki, birbiri arasında karşılıklı bir süreç yaratır. Bu süreçte kuşatıcı çevre olarak medya üzerinde siyaset ya da siyasi kurumlar daha çok etki etmektedir. Hiçbir medya sistemi, siyasi rejimden bağımsız olamaz. Ahlaki açıdan değerlendirdiğimizde siyasetin ve siyasi gücün medya organları üzerinde vesayet oluşturması etik değerler ile bağdaştırılamasa da, medya sistemi siyasi rejim sisteminden bağımsız hareket edemez. Medya-siyaset ilişkileri bakımından ahlaki değerler; olgudan ilkeye değil, ilkeden olguya bir seyir takip etmekle ahlaki açıdan yerleşik hale gelebilecektir. “Kitle iletişim araçları, siyasal kayıtsızlığın en önemli besleyicilerindendir. Çünkü siyaset tarafından baskı altında alınmışlardır ve basın kurumlarının bundan kurtulmaya çalışmaları, onlarla birlikte yaşamalarından daha zordur.
Her ne kadar medya, siyasal güçlerle ters düşmemeye çalışıp durumu lehine kullanmaya çalışsa bile, (kar amacı güden kuruluşlar olduğundan dolayı) bazen de iki taraf arasında çatışma söz konusu olabilir. Medya şirketleri, ekonomik olarak belli bağımlılıkları olan kuruluşlardır. Yüzeysel olarak bakıldığında, medya kuruluşlarının tek geliri olarak reklamlar gözükse de, derinlemesine incelendiğinde tek gelir kaynaklarının reklam olmadığı ve bu kuruluşların gerçekten büyük holdingler oldukları, dolayısıyla siyasal iktidarlar ve devlet ile ticari faaliyet içerisinde bulunduklarından her zaman bir ekonomik kaygı içerisinde olmuşlardır. Süreci bunun dışında değerlendirmek, objektif değerlendirmeden uzak bir açıklama getirecektir.
Medya Şirketleri Neden Yok?
Ülkemizde medya sahipliği ne durumda?
Türkiye’de 2.474 gazete, 3.650 dergi, 899 radyo istasyonu, 108 televizyon kanalı yayın yapıyor (TÜİK 2018a). Nüfusun yüzde 72,9’u internet kullanıyor ve hanelerin internete erişim oranı yüzde 83,8 (2016’da bu oran %72.9’du) (TÜİK 2018b).
Reuters Enstitüsü’nün 2018 yılında yayınladığı rapora göre, haberleri gazetelerden takip eden kentli nüfusun oranı yüzde 46, haberleri TV’den alan nüfus ise toplam nüfusun yüzde 77’sini oluşturuyor. Haberleri dijital medyadan takip edenlerin oranı ise yüzde 87.
Medya Kimlerin Kontrolünde?
Medya sahipliği izleme raporuna göre, Türkiye’deki basın-yayın organlarının çoğu, medya haricinde de faaliyet gösteren ticari şirketler bünyesinde bulunuyor ve bu kuruluşlar belli şirketlerin elinde yoğunlaşıyor. Türkiye’de son 10 yılda yaşanan el değiştirmeler, dijital medyanın yükselişi, yeni kurulan online haber platformları medya sektöründeki dengeleri ve görünümü değiştirdi.
Peki Türkiye’de medyayı kim kontrol ediyor? Medya aktörleri kimler? Türkiye’deki dijital medyanın son durumu nedir?
Televizyon, hala ana haber kaynağı olmaya devam ederken, son yıllarda yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmeler internet haberciliğine ilgiyi artırdı. Öte yandan Mart 2018’de TBMM’den geçen, yurt içinde ve yurt dışında Türkçe yayın yapan medya platformlarını RTÜK denetimine bağlayan yasa da ‘medyadaki sansür mekanizmasının güçlendiği’ yorumlarını beraberinde getirdi. Bu bağlamda, Türkiye’de basın özgürlüğüne katkı sunmak amacıyla yola çıkan +90 Youtube kanalı, Independent Turkish gibi uluslararası medya kuruluşlarının Türkçe servisleri yayın hayatlarına başladı.
40 büyük medya organı ticari şirketlerin elinde
Bianet ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün birlikte hazırladığı Medya Sahipliği İzleme Projesi tarafından yayınlanan araştırmaya göre, Mayıs 2019 itibarıyla, Türkiye’de medya sektöründe toplam 2.474 gazete, 3.650 dergi, 899 radyo istasyonu ve 108 televizyon kanalı yayın yapıyor. Ülkenin en büyük 40 medya kuruluşu, medyanın yanı sıra sanayi ve ticaret alanlarında da faaliyet gösteren şirketler tarafından kontrol ediliyor.
CNN Türk, Kanal D, Milliyet, Hürriyet gibi kanal ve gazetelerin içinde bulunduğu en büyük medya kuruluşları Doğuş, Demirören, Ciner, Albayrak gibi şirketlere ait. Öte yandan Turkuvaz Medya bünyesinde Sabah, Daily Sabah, Takvim, ATV gibi gazete ve kanallar bulunuyor.
Doğan Medya Grubu’nu satın alarak büyüyen Demirören Grubu, Doğuş, Ciner, Albayrak, Kalyon, İhlas grupları ve Ethem Sancak’a ait şirketler; inşaat, enerji, maden, turizm, telekomünikasyon, bankacılık ve finans alanlarında da faaliyet gösteriyor.
Bu şirketlerin, medya haricindeki sektörlerde kamu ihalelerine girmesi ve devletle ticari ilişkilerinin olması, kontrol ettikleri medya organlarının bağımsızlığı ve özgürlüğü noktasında eleştirilere neden oluyor.
Türkiye’de, Mayıs 2019 itibarıyla, televizyon izlenme oranı yüzde 77. İzlenen kanalların 165’i yerel, 19’u ulusal ve 13’ü devlet kontrolündeki kanal ve yayıncı kuruluşlar. MOM raporuna göre Türkiye’deki televizyon seyircisinin yüzde 45’i hükümete yakın sermaye sahiplerinin televizyon kanallarını seyrederken, bu oran yazılı basın okurlarında yüzde 52 ve online haber sitelerinin takipçileri arasında yüzde 73’e yükseliyor.
Demirören: En büyük medya grubu
Türkiye’de medyanın yüzde 10’unu oluşturan Doğan Medya’nın Demirören’e satışı medyadaki dengeleri değiştirdi.
Bünyesinde Milliyet ve Vatan gibi gazeteleri de bulunduran Demirören Grubunun Türkiye’deki medya payı, yapılan bu satışın ardından yüzde 16’ya yükseldi ve ülkenin en büyük medya kuruluşu haline geldi.
Demirören grubu bünyesinde bulunan kanal ve gazeteler şöyle; CNN Türk, Kanal D, Hürriyet, Milliyet, Posta, Vatan ve Fanatik.
TRT: Medya aktörü olarak devletin yeri
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), Türkiye’nin kamu yayıncılığını yapmakla görevlendirilen, 1972 anayasa değişiklikleriyle ‘tarafsız’ olarak tanımlanmış ve 55 yıldır devlet adına yayın yapan tek yayın kuruluşu. TRT bünyesinde 13 televizyon kanalı, 13 radyo istasyonu, iki online haber sitesi ve üç dergi yayın yapıyor.
Dijital medya
Türkiye’de DW, BBC, France 24 ve VOA’nın ortaklığında kurulan +90 Youtube kanalı ve Independent Turkish gibi uluslararası medya kuruluşlarının Türkçe servisleri 2019 itibarıyla dijital yayınlarına başladı.
MoM dijital medya araştırmalarına göre, Mayıs 2019 itibarıyla, Türkiye halkının yüzde 67’si bilgisayar, yüzde 72’si mobil telefon aracılığıyla haberleri takip ediyor. Ülkenin nüfusuna oranla yüzde 63’lük aktif sosyal medya kullanıcısı var.
Bu haber metni, Hollanda Büyükelçiliği MATRA Programı desteğiyle yürütülen “Genç Gazeteciler ve Bağımsız Medya Projesi” kapsamında hazırlanmıştır. Haber içeriğinden Mustafa Turan sorumlu olup herhangi bir şekilde Hollanda Büyükelçiliği’nin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.