TÜRK MÜZİĞİNİN YASAKLANMASI

“İşte Çağdaş Türkiye!”

Abone Ol

1934 Kasım ayında Reisicumhur M. Kemal Meclis’i açış konuşmasında: 
“Arkadaşlar, bugün dinlediğimiz musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz.” demesi üzerine Maarif Vekâleti hemen bir kongre düzenlemiştir. Dönemin ünlü müzisyenlerinden Cemal Reşit Rey, N. Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin’in de aralarında bulunduğu besteciler Ankara’da toplanırlar.
İnkılâp sırası müziğe gelmiştir. Toplantıda Milli Eğitim Bakam Abidin Özmen yaptığı açılış konuşmasında:     “Hadi bakalım! Nasıl yapacağız bu musiki inkılâbını?”
Dört saat süren bir müzik tartışması başlar. Bu arada Milli Eğitim Bakanı sık sık telefona çağrılmaktadır. Bakan heyettekilere şu açıklamayı yapar:
“Mustafa Kemal Paşa Çankaya’dan birkaç seferdir telefon ettiriyor. Musiki inkılâbı ne yoldadır, diye soruyor”.
Panik içine giren müzisyenlerden biri: 
“Memlekette tek sesli şarkı söylemeyi yasaklayalım.” der.
Bunun üzerine Cemal Reşit Rey:
“Olur mu böyle şey! Diyelim bir çoban davarlarını otlatırken şarkı söyleyecek olsa ille köye gidip, ikinci bir çoban bulup, ‘Gel birader şu ikinci sesi uydur’ mu diyecektir?” diye itiraz etse de bu itirazı kimse dinlemez. 
Sonunda İçişleri Bakanlığının emriyle radyoda Türk müziği yayınlanması yasaklanır.
Bu konuda Vasfi Rıza Zobu şunları anlatmıştır:
Asırlardan beri, nesilden nesile gelip, İstanbul'da en üstün şeklini alan Türk musikisini kökünden inkâr yarışına gidilmiş, bu gürültünün patladığı günden beri Atatürk, sofralarından Türk musikisi kaldırılmıştı. Ne kendi söylüyor ne de başkasına okuması için teklifte bulunuyordu. Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum, bir gün zamanın İstanbul valisi Muhittin Üstündağ'dan bir haber geldi: "Bu akşamki trenle Ankara'ya hareket etsin, köşkten çağrılıyor, diye... Ertesi sabah Ankara'da idim. İndiğim otelden geldiğimi köşke bildirdim. Akşama doğruydu, bir delikanlı otele gelip: "Buyurun sizi çiftlik köşküne götürmek için emir aldım" dedi.
Köşke geldiğimiz zaman, kendilerini (Atatürk'ü) ayakta, etrafında devlet erkânında bazıları ve birkaç generalle ehemmiyetli bir bahis üzerinde konuşur buldum. Elini öpüp: (sefa geldin) iltifatlarını aldım.
Akşam oldu, yemek zamanı geldi. Sofra başında saatler bir hayli ilerliyordu. Kendileri hiç neşeli görünmüyordu. Ekseriye bu sofrada bulunmamız, rahmetli Hâzım ile olurdu. O olsa da olmasa da ATATÜRK ikimizle de şakalaşmayı severdi. Fakat bu gece böyle bir şey yapmaya hiç niyetli görünmüyordu.
Gece yarısını bir hayli geçtik. Beklenmedik bir anda, onun sesinden ismimi işittim, toparlandım "Buyurun efendim", dedim.
“Hatırlarsanız, bir piyesin başlangıcında, daha perde açılmadan, bir şarkı söylerdiniz, neydi o piyesin adı?”
“Hatırladım efendim, Molyer'den küçük Kemal'in adapte ettiği Mürâi komedisi.”
“Güzel bir eserdi o.”
“Evet efendim, muvaffak bir adaptasyondu.”
“Hayır piyes için söylemiyorum. Vâka o da güzeldi ama, ben o bestenin güzelliğini söylemek istiyorum.”
Ne yalan söyleyeyim, ürktüm. İlk defa bir suale cevap vermekte mütereddit kaldım. Türk musikisinin aleyhinde olmasıyla zihnim o kadar dolmuştu ki, güzelliğini tasdik ederek:
"Evet" desem, ya ağzımı arıyorsa? Hayır desem, güzelliğini inkâr etsem, o zaman da dalkavukçu bir yalan olduğunu anlamamasına imkân yok.
“Hatırlayamadınız mı?”
“Hatırladım efendim, Dellâlzâde İsmail Efendi'nin ısfahan...” cümleyi tamamlayamadım.
“Hayır, bestesini soruyorum, hatırınızda değil mi, okuyamaz mısınız?”
“Hatırında, okurum efendim.”
Yalnız bana değil, şaşkınlık sofrada bulunanların hepsine birden gelmişti. Yaradana sığınıp, yerimde şöyle bir derlenip toparlandım, olanca aktörlüğümü takınıp, edasıyla, ahengiyle: "Aaah o güzel gözlerine hayran olayım" mısrası ile başlayan yörük semaiyi okumaya koyuldum ve kan-ter içinde bitirdim.
Atatürk’te hiçbir hareket görülmediğinden, herkes sanki suç işlemiş gibi önüne bakıyor, ne diyeceğini bekliyordu.
Türk musikinin yasaklandığı ve radyolardan kaldırıldığı sırada, bir gece, Dolmabahçe Sarayı'nda, Yunus Nadi Bey, Atatürk'e ricada bulunur.
“Paşam, alaturka şarkılardan, Türkülerden bizi mahrum etmesinler, zevkimize, duygularımıza müdahale edildiğinden inciniyoruz” demiş.
Atatürk, şöyle cevap vermiştir:
“Ben de hoşlanıyorum, fakat inkılap yapan bir nesil, mahrumiyet ve fedakârlıklara katlanmak mecburiyetindedir.” (*)
Artık radyolarda batı müziği çalınmaktadır. Bu müziği anlamaya, hoşlanmayan ve zevk almayan halk Hint ve Arap radyolarını dinlemeye başlayınca da 2 Kasım 1934’te başlayan bu yasak 5 Şubat 1936 tarihinde ister istemez kaldırılır.  Yaklaşık iki yıl devam etmiştir bu yasak. 
28 Şubat döneminde de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Senfoni Orkestrasını büyük bir huşu içerisinde dinledikten sonra şu tarihi(!) sözü söylemişti:
“İşte çağdaş Türkiye!”

(*) Kültür Bakanlığı İnternet sitesi https://www.ktb.gov.tr/TR-96530/turk-musikisinin-yasaklanmasi.html