Bu araştırmanın saha çalışması, Türkiye’de yaşayan bireylerin liberal değerlere yönelik tutum ve inançlarını anlamak amacıyla, 20 Mayıs - 10 Haziran 2024 tarihleri arasında ESOMAR ve KVKK tarafından belirlenen etik ve yasal çerçevelere uygun olarak gerçekleştirilmiştir. Çalışma, LogInSight tarafından rasgele örnekleme yöntemi kullanılarak yüz yüze yapılmış ve NUTS2 sistemine göre Türkiye’nin 28 ilinde toplam 2011 kişiyle görüşülmüştür. Görüşülen kişiler 18 yaş ve üzeri, AB-C1-C2-D sosyoekonomik statü gruplarına dâhil kadın (% 50,1) ve erkeklerden (%49’9) oluşmaktadır.
Özgürlük Araştırmaları Derneği, (benim de üyesi olduğum dernek) 2014 yılında kurulan ve daha özgür ve demokratik bir Türkiye içim kamu politikaları alanında araştırmalar yapan, bu araştırmaları kapsamlı, sistematik, bilimsel etik standartlarına uygun raporlar halinde kamuoyuna ve özellikle kanun yapıcılara sunan düşünce kuruluşudur.
Özgürlük İçin Friedrich Naumann Vakfı, 1991’den bu yana Türkiye’de liberal değerleri teşvik etmek için sivil toplum, akademi, ekonomi ve politika çevreleriyle iş birliği yapmaktadır. Vakıf, liberal fikirlerin yayılması ve demokratik bir toplumun güçlendirilmesi amacıyla çeşitli projeler ve destekler sunmaktadır.
LogInSight, sektördeki tecrübeli profesyonellerden oluşan bir ekip tarafından kurulmuş, yenilikçi bir araştırma şirketidir. Kendini “dijital içgörü fabrikası” olarak tanımlayan LogInSight, müşteri odaklı, yaratıcı ve teknoloji destekli çözümler sunarak, verileri anlamlı içgörülere dönüştürmeyi hedefler.
EKONOMİK ÖZGÜRLÜKLER
Araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye’de insanların genel olarak kapitalizme bakışının negatif olduğunu söylemek yanlış olmaz. Her ne kadar katılımcıların çoğunluğu devletin ekonomide sadece kuralları koyup ekonominin işleyişine müdahale etmemesi gerektiğini ve yaklaşık her üç katılımcıdan biri kapitalizmin ideal olmamakla birlikte olabilecek en iyi sistem olduğunu ifade etseler de kendi hayatlarını doğrudan etkileyen kiralar, sağlık hizmeti, tarım ürünlerinin ithalatı, market fiyatlarının denetimi, işsizliğin azalması için kamu personel alımı gibi konularda, çoğunluk dış ticarette korumacı, iç piyasada devletçi bir bakış açısına sahiptirler.
Diğer yandan, katılımcıların yarısından fazlası kapitalizmin yoksulluğu artırdığını ve tekellere yol açtığını düşünmektedir. Bankalar ve borsa konusunda, muhtemelen kendileri kullandıkları için bu sistemlerden fayda sağlamakta ve çok yüksek oranda bu kurumların varlığını desteklemektedir.
Rekabetin ekonomik refahı artıracağı ve zenginliğin kaynağı ile ilgili olumlu görüşler olsa da zenginlerden daha çok vergi alınması ya da zenginlerin sahip olduklarının fakirlerin pahasına olduğu düşünülmektedir. Bu anlamda, toplumda zenginliğe ve zenginlere karşı olumsuz bir bakış açısı olduğu söylenebilir.
Piyasaya Müdahale: Katılımcılar çok büyük oranda, devletin kira artışlarını sınırlandırmasını (% 91,7), market fiyatlarını denetlemesini (% 93,01) ve işsizliği engellemek için kamu personeli alımı yapmasını (% 78,47) talep etmektedir.
Korumacılık: Katılımcılar her ne kadar rekabetin ekonomik refahı artırdığını düşünse de (% 66,52) nispeten yüksek oranda yerli üretimin gelişmesi (% 66,68) ile tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeterlilik için korumacı tedbirlerin geliştirilmesini (% 73,44) talep etmektedir.
Kapitalizm Algısı: Kapitalizmin ideal olmasa da diğer sistemlerden daha iyi olduğu ile ilgili belirgin bir tavır yoktur. Ancak, katılımcılar kapitalizmin yoksulluğu artırdığını (% 56,39) ve tekellere yol açtığını (% 61.02) düşünmektedir.
Piyasanın İşleyişi: Fiyatların sadece maliyetle ilgili olmadığına dair farkındalık (% 63,26) nispeten yüksektir.
Devletin Rolü: Devletin ekonomide kural koyucu rolü nispeten kabul edilmektedir. Ekonominin işleyişine müdahale etmeden devletin sadece kuralları koymasına katılımcıların % 58,77’si destek verirken, özelleştirme konusunda belirgin bir tavır söz konusu değildir.
Zenginlik ve Vergiler: Zenginlerin vergi oranlarının artırılmasına ilişkin güçlü bir eğilim bulunmakta (% 82,49), ayrıca zenginlerin mülkiyetindeki (zenginliklerinin) artışın yoksulların pahasına olacağı (% 75,24) düşünülmektedir.
HUKUK DEVLETİ VE ANAYASA
Araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye’de insanların genel olarak hukuk devleti, sınırlı devlet ve anayasacılık ilkelerine yeterince güçlü bir inanç ve bağlılığı bulunmamaktadır. En temel demokratik ilkelerle ilgili çoğu önermede birbirine çok yakın sonuçlar ortaya çıkmıştır. Kamu otoritelerinin gerektiğinde hukuk dışına çıkabileceği, yürütmenin yargıya müdahalesi, anayasa mahkemesi, meclisin hükümet harcamalarını denetlemesi, mutlak bir yasak olan işkencenin (şüphelinin konuşturulması için zor kullanılması) kullanılması gibi alanlarda tablo maalesef pek iç açıcı değildir. Katılımcıların ancak yarısının sınırsız yetki kullanan devlet fikrine karşı olduğu görülmektedir. Buna paralel olarak devletin menfaatlerinin ve bekasının birey haklarından önce geldiği önermesine, katılımcıların yarısından daha azının karşı çıktığı görülmektedir.
Kamu otoritelerinin gerektiğinde hukuk dışına çıkabileceği fikrine karşı olanlar da ancak katılımcıların yarısı kadardır. Yürütmenin yargıya müdahalesini tasvip etmeyenlerin oranı sadece % 40 civarındadır.
İnsan haklarının korunması alanında mutlak bir yasak olan işkence yasağı ile ilgili olarak katılımcıların % 46’sının gerektiğinde zor kullanabileceğini düşündüğü görülmektedir. Kısaca sonuçlar Türkiye’de hâlâ çok güçlü bir devletçi bakış açısı olduğunu göstermektedir. Buna göre devlet, bireylerin hakları, özgürlükleri, ihtiyaçları ve çıkarlarından önce gelmekte, bu durum da daha merkeziyetçi ve otoriter yaklaşımların oluşmasına ortam hazırlamaktadır.
Katılımcıların açıkladıkları siyasi görüşlerine göre devletin hukukla sınırlandırılması fikrine en uzak grubun kendilerini muhafazakâr ya da dindar olarak tanımlayanlar olduğu görülmektedir. Bu görüşlerdekilerin yaklaşık % 70’i devletin sınırlandırılamayacağı fikrini desteklemektedir. Aynı gruplar kendini ülkücü ve milliyetçi olarak tanımlayanlarla birlikte devletin çıkarlarının birey haklarından önce geleceği fikrine % 50-70 oranında destek verdiği görülmektedir. Diğer sorular bakımından da benzer bir durum söz konusudur. İnsanların birçoğu Türkiye’de adaletsizliklerle ilgili şikâyet etseler de bağımsız ve tarafsız yargı için talep de maalesef düşüktür.
Yürütmenin yargı üzerindeki etkisi ve baskısı, farklı sorularda değişiklik gösterse de neredeyse her üç katılımcıdan en az biri tarafından onaylanmaktadır. Benzer şekilde yürütmenin yargısal denetimi, kanuniliği ya da Meclisin yürütmeyi denetlemesi fikrine de farklı sorularda değişiklik gösterse de neredeyse her üç katılımcıdan en az biri tarafından karşı çıkılmaktadır.
Hükümetin siyasi denetimi konusunda ise yargı bağımsızlığından daha iyimser bir tablo karşımıza çıkmıştır. Meclisin, hükümeti, harcamaların denetlenmesi ve bakanların Meclis tarafından değiştirilmesi aracılığıyla denetleyebileceği fikri, katılımcılar tarafından nispeten güçlü bir şekilde desteklenmektedir.
Hukukun Üstünlüğü ve Sınırlı Devlet: Katılımcıların çoğunluğu (% 54) devletin yetkilerinin sınırları olması gerektiğini düşünmektedir. Bireysel hakların devletin menfaati ve bekasından daha önemli olduğunu düşünenler katılımcıların yarısı bile değildir (% 47,93). Kamu görevlilerinin, her ne amaçla olursa olsun, yasal yetkilerinin çerçevesinde davranması gerektiğini düşünenler de görece ortalamanın üstündedir (% 52,71). Bu üç önermeden elde edilen sonuçlar birbiri ile çok yakın olup insanlardaki güçlü devletçi bakış açısını yansıtmaktadır.
Liberal teoride olduğu gibi devletin varlık sebebi ve görevi bireyi ve haklarını korumak değildir, aksine katılımcıların gözünde devletin çıkarı ve bekası bireysel haklardan önce gelmektedir.
Bağımsız Yargı: Bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemi için maalesef yeterince güçlü bir talep yoktur. Cumhurbaşkanının yargı mensuplarını kararlarıyla ilgili araması % 40,82 oranında kabul görmektedir. Kararsızlar ve fikri olmayanlar çıktığında, katılımcıların sadece % 40,28 yargı bağımsızlığının altını çizmiştir. Benzer şekilde katılımcıların % 44,11’i, adalet bakanının HSYK üyesi olmasını sakıncalı bulmakta, % 33,31’i ise burada bir sorun görmemektedir.
Hükümetin, beğenmediği hâkimleri başka yerlere tayin etmesini katılımcıların % 24,46’sı desteklemekte, % 60,37’si karşı çıkmaktadır.
İdarenin Yargısal Denetimi: İdarenin yargısal denetimi, devlet organlarının ve kamu görevlilerinin hukuka uygun hareket etmelerini ayrıca şeffaflığı ve hesap verebilirliği sağlamak açısından önemli bir denetim mekanizması olup, bu kapsamda sorulan idarenin kararlarına dava açılabilmesi ile ilgili önerme % 43,01 oranında desteklenmektedir.
Yasamanın Anayasal Denetimi: Yasamanın anayasal denetimi, bir denge-fren mekanizması olup temelde çoğunluğun despotluğunu önlemeyi amaçlar. Çoğunluk, anayasa dışı veya hakları ihlal eden yasalar çıkarmaya çalıştığında, anayasal denetim bu yasaları iptal edebilir veya düzeltilmesini sağlayabilir. Katılımcıların % 38,24’ü Anayasa Mahkemesinin bu görevini kabul ederken, % 38,54’ü Anayasa Mahkemesinin yasa denetimi işlevini demokrasiye aykırı bulmuştur. Kamuoyunun bu konudaki kararsızlığı, anayasanın önemi ve işlevi ile ilgili bir farkındalık olmadığını göstermektedir.
Yürütmenin Siyasi Denetimi: Bu ilke hükümet harcamalarının Meclis tarafından denetlenmesi (katılanlar % 60,06) ve başarısız bakanların Meclis tarafından görevden alınabilmesi (katılanlar % 59,22) üzerinden sorulmuştur. Yargısal denetim kadar önemli olan siyasi denetimi katılımcıların çoğunluğu gerekli görmekte ve desteklemektedir.
İnsan Hakları: İnsan haklarının evrenselliği katılımcıların çoğu (% 66,09) tarafından vurgulanmış olsa da şüphelilerin zor kullanılarak konuşturulmasını da neredeyse katılımcıların yarısı (% 45,94) doğru bulmaktadır.
Yerel Yönetimler: Türkiye’nin eski ama kayyum politikaları yüzünden her daim güncel kalan sorunların biri olan yerel yönetimler konusunda, katılımcıların yarısından çoğu yerel yönetimlerin güçlendirilmesine yeşil ışık yakmaktadır.
SEÇİMLER, SİYASİ PARTİLER, DEMOKRASİ
Özgür ve adil seçimler, demokratik sistemlerin temel sütunlarından biridir ve seçmenlerin gerçek anlamda temsil edilmesini, hükümetlerin meşruiyetini ve toplumun demokratik süreçlere katılımını sağlar. Araştırmanın sonuçlarına göre, eşit propaganda hakkı, tarafsız bilginin önemi, seçilme hakkı gibi konularda demokratik ilkelere belirgin bir bağlılık gözlemlense de toplumun tüm kesimlerinin temsil edilmesi ile ilişkilendirilebilecek etnik ve dini temelli partilerin kurulmasına karşı şüpheli bir bakış açısı hâkimdir.
İstikrar, güvenlik, refah ve kalkınma gibi hedeflerin demokrasiden daha önemli olduğuna neredeyse katılımcıların yarısı katılmaktadır. Refah ve kalkınmanın sürdürülebilir olması, başta hukuk devleti olmak üzere demokratik ilkelerin hâkim kılınmasıyla doğrudan ilişkilidir, katılımcılar tarafından bunlar arasındaki ilişkinin büyük oranda anlaşılamamış olduğu görülmektedir. Bu başlık altındaki en önemli sonuçlardan biri ise ordu ile ilgilidir. Ordu, özellikle demokratik tecrübesi zayıf ülkelerde parlamento ve diğer sivil organlar aracılığıyla her daim sivil denetim altında olması gereken bir kurumdur. Türkiye’de toplumun hafızasının darbeler ve darbeler sonrası ortaya çıkmış birçok farklı mağduriyetle dolu olmasına karşı, orduya demokrasiyi ve cumhuriyeti koruma görevi de verilmiştir.
Eşit Propaganda Hakkı: Partilerin propaganda hakkının engellenemeyeceği (% 64,95) ve özgür seçimler için tarafsız bilginin önemine (% 88,57) ve seçilme hakkının engellenmesinin seçimlere kuşku düşüreceğine (% 88,57) ayrıca devletin yayın organlarının iktidar partisine hizmet etmemesi (% 56,13) gerektiğine dair nispeten güçlü bir eğilim vardır.
Eşit Oy Hakkı: Katılımcıların % 31,92 eşit oy hakkına karşıdır.
Çoğulculuk: Etnik ve din temelli siyasi partilerin kurulması konusunda belirgin bir eğilim bulunmamaktadır. Ancak din temelli partilerin kurulmasına karşı olanlar (% 44) etnik temelli partilerin kurulmasına karşı olanlardan (% 35,4) yüksektir.
İstikrar-Güvenlik / Demokrasi: Bir ülke için istikrar ve güvenliğin demokrasiden daha önemli olduğu önermesini katılımcıların % 51,31’i desteklemektedir.
Refah-Kalkınma / Demokrasi: Bir ülke için refah ve kalkınmanın demokrasiden daha önemli olduğu önermesini katılımcıların % 49,62’si desteklemektedir.
Ordu ve Demokrasi: Ordunun Cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma rolü olması gerektiği önermesini katılımcıların % 59,22’si desteklemektedir.
İFADE VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
İfade ve basın özgürlüğü, bireylerin düşüncelerini, görüşlerini ve inançlarını herhangi bir engel veya baskı olmaksızın açıkça ifade etme hakkını tanıyan temel bir haktır. Hem insan varlığının bir uzantısı olarak onun varlığına ilişkin vazgeçilmez bir haktır hem de farklı düşüncelerin ve görüşlerin paylaşılması, toplumsal ilerlemeyi ve yeniliği teşvik ettiği için kamusal faydaya hizmet etmektedir. Nefret söylemi, kamu düzeni, tehdit ve şiddet çağrısı gibi sınırları olsa da ifade ve basın özgürlüğü en geniş şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır.
Araştırmanın sonuçlarına göre, ifade ve basın özgürlüğünün korunmasında görece güçlü bir tavır ortaya çıkmıştır. İnsanların birebir kullandıkları ve hayatlarını doğrudan etkilediği için sosyal medyanın engellenmesini yanlış bulmaları, ülkede ifade hürriyetinin geleceği açısından umut vericidir. Yine de her üç katılımcıdan biri hükümetin eleştirilmesine kapıların kapatılması ve cumhurbaşkanına hakaretin hapis cezasını gerektirmesi fikrini desteklemektedir.
İfade özgürlüğüne yönelik tartışmalar bu özgürlüğün sınırlarına yöneliktir, bu anlamda ifade özgürlüğüne açıktan karşı olan ana akım siyasi bir gelenek yoktur. Siyasi ifadeler ise ekseriyetle ifade hürriyetinin sınırlarında değil, merkezinde kabul edilir ve demokratik toplumlarda sınırlandırılması en zor ifadelerdir. Hem Türkiye’de hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında politikacıların eleştiriye sıradan insanlardan daha açık olmaları gerektiği defalarca karara bağlanmıştır. Hükümetin kendi medyasını oluşturmak için bazı kanallara maddi destek vermesine ve RTÜK’ün eleştirel kanalları cezalarla yıldırma politikasına karşı güçlü bir tavır bulunmaktadır. Muğlak ve soyut olduğu için ne olduğu tam olarak tanımlanamayan “toplumun değerlerine” karşı olduğu iddia edilen ifadelerin sınırlandırılmasını talep edenlerin oranı % 43,91 gibi yüksek bir rakamdır.
Bilgi ve Düşünceyi Yayma Hakkı: Katılımcıların % 55,44’ü hükümeti zor durumda düşürecek yayınlara erişimin engellenmemesi gerektiğini düşünmekte, % 28,79’u karşı çıkmaktadır. Sosyal medya kullanımı daha yoğun olan gençler ve eğitimliler bu hakkı en çok destekleyen gruptur. Benzer şekilde katılımcıların % 53,81’i gazetecilerin Cumhurbaşkanına hakaretten hapis cezasına çarptırılmasına karşı çıkmaktadır, % 29,29’u desteklemektedir. Kısaca neredeyse her üç katılımcıdan biri gazetecilerin, hapiste olmasından rahatsız olmamaktadır.
Hükümete Yakın Medyaya Destek, Eleştirel Medyaya Ceza: Katılımcıların % 59,42’si kamu kaynaklarıyla hükümete yakın medya kuruluşlarının desteklenmesine, % 63,6’sı ise RTÜK’ün muhalif kanallara karşı sansürcü tavrına karşı çıkmaktadır.