TÜRKİYE’DE LİBERAL DEĞERLER: 2024 ARAŞTIRMA RAPORU-2

Abone Ol

Bu araştırmanın saha çalışması, Türkiye’de yaşayan bireylerin liberal değerlere yönelik tutum ve inançlarını anlamak amacıyla, 20 Mayıs - 10 Haziran 2024 tarihleri arasında ESOMAR ve KVKK tarafından belirlenen etik ve yasal çerçevelere uygun olarak gerçekleştirilmiştir. Çalışma, LogInSight tarafından rasgele örnekleme yöntemi kullanılarak yüz yüze yapılmış ve NUTS2 sistemine göre Türkiye’nin 28 ilinde toplam 2011 kişiyle görüşülmüştür. Görüşülen kişiler 18 yaş ve üzeri, AB-C1-C2-D sosyoekonomik statü gruplarına dâhil kadın (% 50,1) ve erkeklerden (% 49’9) oluşmaktadır.

DİNİ ÖZGÜRLÜKLER

Din ve inanç özgürlüğü, bireylerin dini inançlarını seçme, uygulama ve yayma hakkını koruyan temel bir insan hakkıdır. Bu özgürlük, sadece dini inançların serbestçe ifade edilmesini değil, aynı zamanda inançsızlığı ve bunu açıklama ve yayma hakkını da garanti altına alır.

Araştırmanın sonuçlarına göre, dini özgürlüklerde, farklı din ve mezheplerin dini yayma ve ibadet hakkına kuşkuyla yaklaşılmaktadır. Toplumsal uyumu zorlaştırma, bireylerin özgürlüklerini ve demokratik değerleri olumsuz etkileme potansiyeli olsa da bu, din ve mezheplerin tanıtım yapması veya ibadethaneleriyle ilgili yasaklama talebi bulunmaktadır.

Katılımcıların neredeyse yarısı (% 42,71) başka dinlerin tanıtım yapmasına, kendi mahallelerinde başka din ve mezheplere ait ibadethane olmasına (Sinagog ve kilise % 43,96, Cem evleri % 49,68) karşı çıkmaktadır, din derslerinde ise sadece İslam’ın öğretilmesi her iki kişiden biri tarafından (% 51,17) talep edilmektedir.

Dini Yayma Özgürlüğü: Her ne kadar katılımcıların % 39,48’i İslam dışındaki Hristiyan, Yahudi vb. dinlerin tanıtım yapmasında (misyonerlik faaliyetleri) bir sakınca görmese de daha fazla katılımcı (% 42,71) kendi dinleri dışındaki dinler için yasak talep etmektedir.

İbadet Özgürlüğü: İbadet özgürlüğünün bir parçası olarak mahallelerinde kilise ve sinagog açılmasında sakınca görmeyenlerin oranı sadece % 29,93’tür. Dini yayma özgürlüğündeki orana kıyasla ibadet özgürlüğünde desteğin düşmesinin, farklı dinlere ait ibadethanelerin insanların gündelik hayatlarıyla doğrudan ilişkili olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir, belli ki mahallelelerinde başka dinlerin ibadethanelerini istemeyen bu kişiler kendilerini misyonerlik faaliyetlerinin bir hedefi olarak görmemektedirler. Mahallelerinde Cem evi açılmasında sakınca görmeyenlerin oranı ise % 39,93’tür. Her ne kadar bu oran sinagog ve kiliseye göre yüksek görünse de Türkiye nüfusunun yaklaşık % 15’inin ve araştırmaya katılanların bir kısmının Alevi olduğu düşünüldüğünde, Cem evlerine karşı tavrın, sinagog ve kiliselere karşı olan tavır kadar güçlü olduğu söylenebilir.

Din Dersleri: Katılımcıların % 51,17’si din derslerinde ağırlıklı olarak İslam’ın öğretilmesi gerektiğini desteklemektedir. Bu derslerin içeriğinin daha çok Sünni İslam olduğu ve başta Alevilik olmak üzere diğer mezhep ve dinlere çok yer verilmediği düşünüldüğünde, bu oran da aslında zorunlu din dersleri ve bu derslerin içeriği ile ilgili kamuoyunda tartışıldığı kadar insanlar arasında bir sorun olmadığını göstermektedir.

ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ

Sivil toplum kuruluşları, yardımlaşma ve dayanışma, demokratik katılımı güçlendirme, bilgilendirme, eğitim gibi pek çok fonksiyonu yerine getiriyor olsa da en temelinde sivil alanı temsil etmekte ve devletin gücü karşısında dengeleyici, denetleyici bir işlev yerine getirmektedir. Bu anlamda kamu politikaları ve uygulamaları üzerindeki denetim işleviyle, sivil toplum kuruluşları doğrudan ve dolaylı olarak yönetimin daha şeffaf ve adil olmasına katkı sağlarlar.

Bu başlık altında, örgüt kurma ve mevcut örgütlere katılma hakkı, örgütlenmelerin amaçlarını gerçekleştirmek için müdahale olmadan çalışma hakkı, devletin, örgütlenmelerin haklarını korumaya yönelik pozitif yükümlülüğü, politik ve kamusal işlere katılım hakkı, kaynak arama ve kaynaklarını güvence altına alma hakkı, örgütlenmelerin ifade ve barışçıl toplanma özgürlüğü gibi konularda insanların yaklaşımları araştırılmıştır.

Araştırmanın sonuçlarına göre, sivil toplumun izleme, eleştirme ve raporlama işlevleri güçlü bir şekilde kabul edilse de, LGBTİ+ gibi bazı gruplar bu hakkın dışında tutulmuş ve bu kişilerin örgütlenmelerinin engellenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Buna ek olarak katılımcıların neredeyse yarısı (% 43,91) hükümete kendi isteği, ideolojisi ve iyi-kötü algısı doğrultusunda sivil toplum kuruluşlarını kapatma yetkisi vermektedir. Yine her üç kişiden biri (% 33,92) silahsız saldırısız barışçıl gösteri hakkı karşısında konumlanmaktadır. Hükümetlere hem sivil alanı kendi ideolojisi doğrultusunda şekillendirme hem de bu alanda yükselecek sesleri bastırma yetkisi tanınmaktadır.

Örgüt Kurma ve Örgüte Katılma Hakkı: Hükümetin, yasal da olsa zararlı olduğunu düşündüğü bazı STK’ları kapatabilmesi % 43,91 oranında desteklenmekte, bu sonuç insanların hükümete sivil toplumu istediği şekilde şekillendirme gücünü tanıdığı ve sivil toplum kuruluşlarının demokrasinin işleyişi için yeterince önemli bir aktör olarak görülmediğini göstermektedir.

Diğer taraftan katılımcıların % 68,47’si sivil toplum kuruluşlarının hükümeti izleme, eleştirme ve raporlama işlevine olumlu yönden bakmakta, sivil toplum kuruluşlarının kamu otoritesini denetleme işlevi olduğunu kabul etmektedir.

Katılımcıların % 32,62’si LGBTİ+ bireylerin, % 23’72’si demokrasi karşıtı grupların ve % 17’70’i de dini toplulukların örgütlenme hakkı kapsamı dışında tutulması gerektiğini düşünmektedir. Ne yazık ki, LGBTİ+ örgütler, demokrasi karşıtı örgütlerden daha sakıncalı görülmektedir.

Barışçıl Toplantı ve Gösteri Hakkı: Katılımcıların % 54,15’i hükümetin silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yapılmasını engellememesi gerektiğini düşünmektedir. Soruda özellikle silahsız ve saldırısız gösteri vurgulanmış olsa da % 33,92 gibi yüksek bir orandaki katılımcı hükümetin barışçıl toplantıları engelleyebileceğini savunmaktadır. Kolluk kuvvetlerinin barışçıl gösterilere sert müdahalesine katılımcıların % 66,24’ü karşı çıkmaktadır. Bu sonuç, orantısız güç kullanma konusunda kamuoyunun hoşnutsuzluğunu yansıtmaktadır

DİĞER SİVİL ÖZGÜRLÜKLER

Ana dilde eğitimin ulusal birliği zedeleyebileceği veya toplumsal entegrasyonu zorlaştırabileceği ve bunun da toplumdaki karşıtlıkların temelini oluşturabileceğine ilişkin Türkiye’de yaygın bir kanaat vardır. Bu sorun bir hakkın konusu olarak değil, siyasetin bir konusu olarak ele alınmakta ve bu yönde bir söylem oluşturulmaktadır.

Araştırmanın sonuçları, benzer bir karşıt lığın altını çizmektedir. Önermede Türkçe ile birlikte diye altının çizilmesine rağmen Kürtçe ve Arapçanın eğitim dili olmasına karşıdır. Yabancılara karşı daha güçlü bir tavır (% 86,37) ekonomide işe alımlarda ortaya çıkmaktadır. Cinsiyet eşitliği kapsamında kadın ve aile konusu da araştırma kapsamına alınmış ve hem bekârlık soyadı hem de boşanma konularında sorular sorulmuştur. Bekârlık soyadı konusun da hâlâ bir direnç olmakla birlikte, ailenin korunması için boşanma süreçlerinin zorlaştırılması katılımcılar tarafından desteklenmemektedir. Cinsel yönelim ve LGBTİ+ hakları ise ne yazık ki hâlâ bir ayrımcılık sebebi olarak karşımızda durmaktadır. Özellikle hükümetin LGBTİ+ bireylere karşı son dönemlerde artan ayrımcı söyle mi, toplumda karşılık bulmuş görünmektedir. Eşcinsel evlilikler büyük oranda onaylanmamakta, ayrıca her üç kişiden biri de eşcinsellerin kamusal görevlerde istihdam edilmesine karşı çıkmaktadır.

Anadilde Eğitim: Arap ve Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerde Arapça ve Kürtçenin Türkçe ile birlikte eğitim dili olmasına karşı belirgin bir tavır söz konusudur. Arapçanın Türkçe ile birlikte eğitim dili olmasına katılımcıların % 66,78’i, Kürtçenin Türkçe ile birlikte eğitim dili olmasına ise katılımcıların % 59,72’si karşı çıkmaktadır.

 Fırsat Eşitliği: İşe alımlarda Türk vatandaşlarına öncelik verilmesi fikri % 86,37 gibi çok yüksek bir oranda kabul edilmektedir. Bu önermenin tüm önermeler arasında en yüksek desteği almasının arkasında, Türkiye’de yaşanmakta olan ekonomik kriz ve bunun parçası olan yüksek işsizlik oranları olduğu düşünülmektedir.

Evlilik Soyadı: Evlendiklerinde kadınların sadece kendi soyadlarını kullanabilmesi önermesini katılımcıların % 48,68’i desteklemekte, % 33,92’si karşı çıkmaktadır. Her üç kişiden birinin karşı çıkması, geleneksel ve erkek egemen bir bakış açısının hâlâ hâkim olduğunun göstergesidir.

Boşanma Zorluğu: Ailenin korunması için boşanma süreçlerinin zorlaştırılması fikri ise en az destek gören önermelerden biridir. Katılımcıların % 67,77’si boşanma süreçlerinin zorlaştırılmasına karşı çıkmaktadır.

Kamusal Görevlerde Fırsat Eşitliği ve LGBTI+ Hakları: Katılımcıların neredeyse yarısı (% 45,26) cinsel yönelimin kamusal görevler için engel teşkil ettiğini düşünmektedir. AK Parti, dine ve geleneğe aykırı olarak düşündüğü LGBTİ+ bireylere karşı son dönemlerde bir nefret söylemi kullanmakta ve bunu her fırsatta dile getirmektedir. Bu yüksek oran, katılımcıların bu söylemi benimsediğini göstermektedir. Eşcinsel evliliklerin yasal olması fikri ise %76,56 oranla en az desteklenen ifadedir. Kamusal görevlere bile LGBTİ+ bireyleri uygun görmeyen insanlar için eşcinsel evlilikleri onaylamak henüz çok uzaktadır. Hayat Tarzına Müdahale Devletin değerler karşısında tarafsızlığı, toplumsal çeşitliliğin ve farklılıkların kabul edilmesini, yasa ve politikaların objektif bir temele dayanmasını ifade eder. Bu ilke, kişilerin kendi değer setlerini ve ahlaki ilkelerini belirleme, bu ilkelere uygun hayatlar kurma ve bu hayatlarında herhangi bir baskıya maruz kalmamaları anlamı gelmektedir. Hayat tarzı, bu çerçevede, ele alınmalıdır. Devlet bu değer setleri karşısında tarafsız olmalı, bir değeri seçerek bunu topluma dayatmamalıdır. Türkiye’de ise devlet belli bir hayat tarzını benimsediği gibi, buna uygun olmayan tarzları da dolaylı yöntemlerle cezalandırmaktadır. Örneğin alkollü içkilerdeki çok yüksek oranlı vergiler, artık bir vergi politikası gibi anlaşılmaktan uzaktır. Aynı zamanda hükümetin onaylamadığı dizi ve filmlere RTÜK aracılığıyla çokça ceza verilmektedir. Araştırmanın sonuçlarına göre, hükümetin bu politikaları katılımcılar tarafından dikkate değer bir oranda onaylanmaktadır. Katılımcıların yarısı RTÜK’ün verdiği cezaları onaylarken, her üç katılımcıdan biri alkollü içkilerin yasaklanabileceğini savunmaktadır. Ayrıca katılımcıların yarısından çoğu kamu güvenliği gerekçesiyle devletin kişisel verilerimizi toplayabileceğini savunmaktadır.

Alkollü İçki: Alkollü içkiler üzerindeki aşırı yüksek vergiler, artık bu konunun hayat tarzına bir müdahale anlamına geldiği göstermekte ve katılımcıların % 47,84’ü hükümetin alkollü içki satışı ve tüketiminin sınırlandırmasına karşı çıkmaktadır.

Dizi ve Filmler: Katılımcıların % 49,73’ü devletin dizi ve filmler üzerinden genel ahlak gerekçesiyle uyguladığı sansürle ve kanallara verdiği cezalarla toplum mühendisliği yapmasını desteklemektedir.

Mahremiyet Hakkı: Kimse kendisi cinsel yaşam, dinsel tercihler, ırksal köken, sağlık ve genetik gibi bilgilerin devlet tarafından bilinmesini istemese de kamu güvenliği için bu sınırların aşılmasına katılımcıların % 54’ü onay vermektedir.