Kuşlar her zaman cıvıl cıvıl ötmez. Bir kanat çırpışı kadar yakın değildir bazen hayaller... Çiçekler her zaman baharı getirmez ya da baharda her zaman çiçekler açmaz. Her yağan yağmur kötülükleri temizlemez. Gökyüzü her zaman engin maviliğini sunmaz...
Her zaman hayaller toz pembe değildir, yoğun bir sis bulutu gelir ve toz pembe hayalleri simsiyah bir gerçeğe çevirir. İşte o zaman elde kocaman bir yalanla, kocaman bir umut yıkıntısı ve hayal kırıklığıyla kalırsın. Ne bir yağmur damlası onarır kırıklığını, ne bir kuş cıvıltısı...
Her şeyden umudu kestiğin anda Ataol Behramoğlu bağırır avaz avaz, “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” der, “Yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi...” Birden umutlar tekrar yeşerir, yaşananları bir tecrübe sayarsın, eklersin küçücük tecrübe hanene ve bir rahatlama hakim olur, önce yüreğine, sonra tüm hücrene... Yoğunluğuna yaşamaya karar verirsin, hataysa hata, yaşayacaksın ve tecrübe edineceksin ya! Kısadır bu duygu, hem de kısacık. O kadar ümitlenme! Tekrar gelir dayanır kocaman bir umut yıkıntısı, elde kalan toz pembe hayallerin, sadece tozları... Sonra tekrar bir umut yeşerir... Nazım Hikmet belirir tam karşında, tüm direnişiyle, tüm karşı koyuşlarıyla, tüm dik kafalılığıyla, yaşanmamış aşkı, unutulmamış sözleri ve adamlığıyla! Yüzüne yüzüne haykırır, kendine gel dercesine, önce soğanı nasıl yediğini anlatır mapushanede, sonra o soğanı anlatırken bile aşkını ilan edişini dinlersin tüm benliğiyle... Ne güzel seven adamdır o, ne güzel aşık olan, her şeye rağmen dimdik ayakta duran. Sesi kulaklarında çınlar, yüzü gözlerinin önünde kalır uzun bir zaman, sonra kabarır solcu damarı, onunla aşarsın tüm korkuları, tekrar umutlanırsın Nazım bağırırken dağlara, “Atlılar atlılar kızıl atlılar – Atları kızıl kanatlılar – Atları kızıl kanat - Atları kızıl- Atları at- Kızıl kanatlı atlılar gibi geçti hayat!” Nazım birden coşar, sen de coşarsın onunla, tüm engelleri aşacak kadar umutlanırsın bir anda, bir cesaret gelir ki sorma, Nazım’ın sesi bastırır tüm korkuları, sen de tekrarlarsın onunla aynı nakaratı, “Akın var güneşe akın – Güneşi zaptedeceğiz- Güneşin zaptı yakın!” Birden aşık olur, birden devrimci olursun Nazım’la... Nazım uzun sürer, bir okuyunca. Ama sonra tekrar umutsuzluk ve düzene, hayata, umutların tükenişine bir küfür savuruş... İşte o zaman Neyzen Tevfik çıkar ortaya, kendi ağzından dinlersin küfürlerini, nasıl da isabetlidir tüm küfürleri hani... Söyleyemezsin, yazamazsın ama bilirsin, gideceği yere doğrudan gitmiştir sözleri...
Bazen bir sözde, bazen bir gülüşte, bazen bir şiirin son mısrasında umutlanırsın, ama mutlaka umutlanırsın. Küçücük bir ışık yeter umutlanmaya, yeter ki bir umut kırıntısı ara. İşte o umut kırıntısını bulduğun anda, gökyüzü engin maviliğini sunacak sana, baharda çiçekler açacak ve her çiçek açtığında bahar mutlak olacak...
Gökyüzüne bak! Engin maviliğe... Bırak bulutları, süzülsünler gidebildikleri yere... Gülümse, daima gülümse... Diline bir şarkı dola en umursamazından, Nazım’dan bir şiir oku mesela, “Adam nasıl da sevmiş, nasıl aşık olmuş” de, sen de şaşır mesela, bunca kahrın ortasında hâlâ sevebilen, hâlâ umut besleyen bir adam olduğuna. Gülümse, gökyüzündeki tüm maviliğe kocaman gülümse... Kim bilir belki de birbirimize gülümsemişizdir yine...
Hoşça, dostça, sevgiyle kalın...
Emine Özel Summak