URFALI MATEOS VEKAYİNAMESİNDE ADIYAMAN (V) (952-1163 YILLARI) (ÖNCEKİ BÖLÜMLERİN DEVAMI)
(22 Şubat I I 12-20 Şubat 1113)
Aynı yılda Antakya kontu Tancrede, asker toplayıp Ermeni prensi Vasil’e karşı yürüdü. O, Raban’ı şiddetli bir hücumla Vasil’in elinden aldı. Sonra askerleriyle beraber Keysun’un üzerine yürüdü ve ovanın kenarında, Til’de membaının altında durdu. Vasil de 5.000 kadar asker topladı, fakat onlar günlerce bu vaziyette durup hiçbir muharebe yapmadılar. Sonra aralarında sulh ve dostluk akdettiler. Tancrede, Raban’ı Vasil’e iade etti. Vasil de ona Frankların elinden almış bulunduğu Hısnımansur bölgesi ile Torer’i[1] ve Urem’i[2] Tancrede’e verdi. Böylelikle Tancrede salimen kendi şehri olan Antakya’ya geri gitti.
***
Ertesi yıl Sahmi ayının 20’sine tesadüf eden pazar günü, yemek vaktinde Urfa şehri müthiş bir akıbete uğradı. Baba oğlunu, oğul da babasını inkâr etti. Şehir, haykırış ve figanlarla doldu ve her bir ev matem içine düştü. Çünkü onlar (yani Franklar), halkı evlerinden tart ettiler ve evlerde kalanların yakılması emrini verdiler.
Şehirde 80 kişiden başka kimse kalmadı. Akşamleyin S. Toros kilisesine iltica etmiş olan bu insanlar, kalede askerlerin muhafazası ve nezareti altına konuldular. O gün, Urfa için bir felâket günü oldu. Bunlara şahit olan her bir adam, şehrin akıbeti için ağladı, çünkü Frankların yapmadığı fenalık kalmamıştı. İşte bu zamanda, ilk peygamberlerin “ Vay Abgar’ın milletine” diye söylemiş oldukları sözler hakikat oldu.
Tard edilen halk Samusat şehrine gitti ve başkent Urfa ıssız kaldı. Vaktiyle insanların annesi olan ve muhtelif taraflardan gelen karmakarışık kitleleri ve bu arada dilenci gibi gelen Frankları ilk olarak haçla karşılayıp sinesinde toplayan bu şehir, şimdi dul kalmış zavallı bir kadın gibi yalnız oturuyordu. İşte onlar (yani Franklar) onun, kendilerine yapmış olduğu iyiliklerin karşılığı olarak onu, en kötü muamelelere maruz tuttular ve Hristiyanlara bu fenalığı reva gördüler.
***
Bu yılda Dire ayının bir perşembe gününde katolikos Barseğ, meşum bir kazanın neticesinde öldü. O, bir gün Behesni[3] (Besni) hudutlarında, Vardaher denilen köyde, kendi şakirtleri, papazlar ve piskoposlarla beraber bir damın üzerine çıkıp dua etmekte iken ev aniden çöktü. Bu vakada senyör Bedros’dan başka kimseye bir şey olmadı. Katolikos evin duvarına çarptı ve kaburga kemiği kırıldı. Katolikos kendisini Şuğır[4] manastırına naklettirdi ve ancak üç gün yaşayabildi. O ölmeden evvel katolikosluk makamını ve baş örtüsünü, Apirat’m oğlu ve senyör Vahram ’ın hemşirezadesi olan Grigoris’e verdi. Katolikos Barseğ, büyük bir cenaze töreniyle Şuğır’da katolikoslara ait türbeye defnedildi.
***
Bu yılda Apirat’ın oğlu olan senyör Grigoris, Ermeni katolikosluk tahtına çıktı. O, Yasak Pahlavuni’nin oğlu Grigor Magistros’un soyundan idi. Katolikos Barseğ’in ölümünden sonra piskoposlarla diğer ruhanîler, Keysun yakınında bulunan Garmir-Vank manastırında içtima edip Mukaddes Ryh’un iradesi mucibince piskopos Grigoris’i Ermeni katolikosu olarak takdis ettiler. O, katolikos olduğu vakit henüz çok gençti ve daha sakalı bile çıkmamıştı. O, uzun boylu, güzel çehreli ve mütevazi karakterli bir şahıstı.
[1] Thourer, Hısnımansur civarında ve garp tarafında bulunan bir şehirdi (ED. DULAURİER).
[2] Urem, Fırat bölgesinin şimalinde bir şehirdi. (ED. DULAURİER).
[3] Behesni veya Behesdin, Fırat mıntıkasında, Ayıntab’ın iki günlük şimali garbisinde Raban (Araban) ile Hısnımansur arasında müstahkem bir mevki idi.
[4] Şuğır, Maraş’la Sis arasmda, Maraş’ tan iki günlük yol uzakta, Karadağ (Amanos) manastırlarından biri idi. Şuğır’ın taştan yapılmış olan eski kilisesi bugün hâlâ mevcuttur. (Bk. Incicyan, “ Yeni Ermenistan” , s. 376.)
Bu manastır, St. Basil’in nizamnamesine tâbi olduğu için “ Basilien manastırı” tesmiye ediliyordu. (ED. DULAURIER).