(12 Şubat 1149-11 Şubat 1150) tarihinde Baudoin’in tek başına bırakılmış olan kardeşi, yani Antakya prensi öldürüldü. Bu iş, onların gururları neticesinde vuku bulmuştur. Çünkü onlar, kendi keyiflerine göre hareket ederek diğer Hristiyan askerleriyle ittifak etmeyip kendi başlarına muharebeye kalkıştılar. Bundan dolayı kendileri mahvolduktan başka diğer birçok şeflerle Hristiyanlar da telef oldular.
O gün, Zengi’nin oğlu Nureddin, -ki bu ad, onların boş inançlarına göre “ inanç ışığı” demektir- bazı insanları kılıçtan geçirdi, bazılarını da boyunduruk altına aldı ve ileri gelen nazik adamları, kanla yapılmış bir şehir olan Haleb’e sürüklettirdi. Bu zamanda Frankların başında, kendi malikânesine çekilmiş olan Josselin’den başka değerli bir reis bulunmadığı için Müslümanların Hristiyanlara karşı yaptıkları zulüm tekrar çoğaldı.
Müslümanların Mesud[1] adlı hükümdarı, birçok askerin başında olduğu halde geldi. Bu, (1149-1150) inci yılın ayında Haç yortusu gününde idi. Maraş şehri, kısa süren bir muhasaradan sonra onun tarafından zapt edildi;[2] çünkü bu şehir muhafızlardan mahrum kalmıştı. O, bu gün Tılbaşar denilen Til Avedyatz mıntıkasına akın etti ve orada rastladığı bütün insanları kılıçtan geçirdi. Müslümanların çoğu, “Allah Ekber” in namına yemin ederek Hristiyanları kalelerden aşağı indiriyorlar, sonra da hep birden esir ediyorlardı. Josselin, Tılbaşar şehrinin yanında onun karşısına çıktı, fakat o (yani Mesud) ona karşı gelemeyip aldığı esrilerle beraber kendi memleketine döndü. Kont, düşmanlarına karşı tekrar kaygısız kalarak atlı askerlerini toplamağa dikkat etmedi ve mağlûp olmak ihtimalini hiç hatırına getirmedi. O, ancak, kalan askerleri, Katolikos’un (Grigor III ) kardeşi olup Gargar (Gerger) senyörü bulunan sadık ve cesur prens Vasil’in kumandası altına koyup ona, kendi adamlarına ekmek götürmek vazifesini verdi.
Bu seferi önceden haber almış olan Müslümanlar, Hantsit ile diğer birçok eyâletlerin reisi olan Kara-Arslan’ın[3] kumandası altında ilerlediler. Bunlar, Hristiyanların üzerine atılıp onları kâmilen yani 400 kişiyi esir ettiler. Onlar, Katolikos’un kardeşi olan Vasil’i de tutup karısı ile çocuklanın bulundukları Gargar kalesi önüne getirdiler. Gargarlılar emirden, esir etmiş olduğu Hristiyanları salimen kendi yerlerine iade edeceğine dair yemin etmesini teklif ettiler. Zalim adam, bu çok ehemmiyetli mevkii ele geçirmek arzusunda olduğundan, teklifi derhal kabul etti, en sadık askerlerinin nezareti altında Samosat’a (Samsat) sevk etti.
O, prens Vasil’i beraberine alıp kendi memleketine götürdü, ona bir kardeş gibi muamele etti ve arazi verdi. Dağılmış ve maneviyatları kırılmış olan Hıristiyan askerleri, Samosat’tan Kaysun’a geldiler.
Bu zamanda Hristiyan şefi diye tanınmış olan Josîelin’in, tasarladığı bir teşebbüs için yardım istemek üzere Antakya’ya geldiği vakit İlâhî hiddete uğramış ve tek başına olduğu halde düşmanın eline düşmüş olduğu haberi etrafa yayıldı. Bu, vaktiyle kral Davit’in kendi önünden kaçmış olan oğlunun uğradığı akıbete benzemektedir. Bu, babasına karşı isyan etmiş olduğundan Allah’ın eliyle vurulup saçlarından tutulmuştu. Bu suretle Allah’ın makbulü olan kral Davit’in intikamı alınmıştı. Bu asi oğlan, bir ağacın dalında saçlarından asılı olarak kaldı ve onu takip eden düşmanlar gelip başını kılıçla kestiler. Allah’ın iradesine karşı hareket eden Josselin de işte bu gibi bir cezaya çarpılmış oldu. O, esir olarak acayip çehreli ve vahşi adetli Müslümanların eline düştü ve Halep şehrine götürüldü. Gerek uzak gerekse yakın bütün Müslümanlar buna çok sevindiler. Hıristiyanlar ise kalplerinden vurulmuş bir hale gelip âdeta mahvoldular. Çünkü onların askerlerinin bakiyesini toplayıp harbe sevk edecek hiçbir şef kalmamıştı.
[1] Mesud, Konya’nın Selçuk sülâlesinden Kılıçaslan’nın oğlu idi. Bu, 1119 ’dan 1155 tarihine kadar saltanat sürmüştür. (ED. DULAURIER)
[2] Ebû’l-Farac’a nazaran Maraş’a karşı yapılan bu seferi, Mesud’un oğlu Kılıçaslan yapmıştır. Grek takviminin 1460 ve Hicrî 543 (114 8 -114 9 ) tarihinde Kılıçaslan, Maraş’ı zapt ettiği vakit atlılara, piskoposa ve diğer Frank ruhanîlerine, kendilerini salimen Antakya’ya göndereceğini yeminle vaat etmişti. Fakat onları salıverdikten sonra onları götürmekte olan Türklere öldürtmüştür. Şehir talan edildiği sırada Süryanî kilisesinin hazinesi, mukaddes yağ kapları, mukaddes kadehler ve gümüş buhurdanlar Müslümanlar tarafından yağma edilmiştir (ED. DULAURIER).
[3] Ebû’l-Farac, Kara-Arslan’ı “ Ziyad (Harput) kalesi senyörü” diye zikretmiştir. Bu kale, Gargar yakınında Mar Bartzouma adlı Süryanî manastırının yanında bulunuyordu. Mezkûr vakanüvis, Kara-Arslan’ın Gargar’a yapmış olduğu hücumu da nakletmiştir. (ED. DULAURIER)