Böyle dedi içimden bir ses. Dinledim ben de. Çıkanlar neler? Bakalım göreceğiz hep birlikte. Sansürlemeye daha başında karar verdiğim için anlaşılır olur mu bilmem. Fakat ‘adım hıdır elimden gelen budur’ gibi klişe bir sözün arkasına da sığındık mı iş hallolmuştur yalnızca bugün için.
İki kere yurt dışına çıktım. Biri annemin doğduğu yer Yunanistan, diğeri de baba atalarımın göç edip geldiği Girit’ti. Yunanistan gezisinde tanık olduğum ve rehberin açıklaması ile anlam bulan özellikle yol kenarlarında yanan mumlardı. Ani ölen insanların ruhlarına eşlik etmesi adına yakılırmış bunlar. Bilgi uzun süre önce aktarıldığı için ayrıntılar uçtu gitti aklımdan. Fakat bu kadarı bile imdadıma yetişti depreme karşı tepkim donup kalmak olunca. Hemen bu ritüeli eyleme koymak, özellikle hava karardıktan sonra mum yakmak rutinim haline geldi. Ölenlerin ruhlarına iyi geldi mi bilemem. Umut ediyorum iyi gelmiştir. Fakat benim ruhum biraz ısınır oldu ve eyleme geçecek gücü buldu. Yazmaya oturabildim. Şükürler olsun.
Yazma dışında okuma eylemim de durmuştu derken yeni tanıştığım bir arkadaşımın kitapları yetişti imdadıma. Birkaç kitabını aldım onun da önerilerini göz önünde bulundurarak. Tabii öncelikli amacımın gevşemek olduğunu anımsayarak.
Bunlardan biri; “Güneş Çavması”iki ciltlik bir roman. Yazarı Esra van der Wie. Daha başlardayım. Fakat kendini ve başkalarını kandırmakla ilgili, aşk üzerinden verilen diyalog beni bir kez daha kendime getirdi. Çünkü ister kendimin yasları olsun isterse ülkemin hatta dünyanın yasları olsun ilk verdiğim tepki şok olmak arkasından inkâr derken tabii isyana varan tepkiler silsilesi oluşuyor. Lafı daha fazla uzatmadan bahsettiğim diyaloğu yazayım hemen.
“Uğur başını yavaşça sağa sola sallayarak konuşmaya başladı.”Konu bu değil ki... Konu ayrılmak, bambaşka insanlarla bir hayat kurmak da değil! Konu safiyet... Aşk, insanların tüm kirlerini temizleyen bir sabun gibi düşünülüyor. Bir insana yalan söylemek pis bir şeydir! Nedeni ne olursa olsun. Yalan kirdir! Yok, iyi niyetle söyledim, yok senin iyiliğin için söyledim... Geç bunları... Bunların hepsi iki yüzlülük!”
Ekrem arkadaşının konuşmasını başıyla onaylayarak dinliyordu.
Uğur derin bir nefes alıp verdi.”Ve bizim ilişkimizde masumiyeti ben bozdum...”Gülerek ekledi:”Üstelik... Ödlekliğimi de asalet diye düşündüm... Yani Ekrem... Kısaca söylemek gerekirse... Ne aşk acıtır insanı ne ayrılık! Gerçek acıtmaz insanı... Sahte acıtır! İnsanı acıtan tek şey yalandır...”
Ayrıntıları yazmıyorum. Fakat Yeşilçam filmlerinden çokça tanıdık olduğunuz herhangi bir nedene oturtabilirsiniz burada bahsedilen ayrılığı. Önemli olan altı çizilen tespitler. Katılmamak mümkün değil. Kendine ya da bir başkasına yalan söylemeyen biri çıkamayacağına göre aramızdan insanlık adına öyleyse ayrıntılardaki yalnızlığımıza sahip çıkmamız gerektiğine inanıyorum. Tabii olay tüm şiddeti ile yüzümüze çarparken felsefi yanı oldukça gereksiz gelebilir. Haklısınız.
Ne yazık ki ben de haklıyım. Kendi yalnızlığıma sahip çıkmazsam ben de kendi harcımdan yemiş olacağım. Yalnızca bugün, kendi depremimde yıkılmamak için kendime ve size samimiyetim elzem. Bir sürü şey söylenebilir gündem bu kadar yoğun iken. Yine kendimden bir anekdotla sözü bağlayayım o zaman. Ne şiş yansın ne kebap.
İkinci boşanma olayını yaşadığım günlerdi. Bir yandan da sorguluyorum ve baş edemediğim için psikologa gidiyorum. Yine bir gün, ben ağlayıp zırlayıp yakınıyorum. Bir ara dedim ki; “ İnsan aynı yatağı paylaştığı kocasına da mı güvenmeyecek?”
Psikologun verdiği cevap hiç aklımdan çıkmadı; “ Doğada olmayan bir şeyi istiyorsun, güven. Bak tsunami nasıl saniyeler içinde onca insanın hayatını altüst etti.”
Evet, bir özel ayrıntı da yani ikinci boşanma tarihim de böylece ortaya çıkmış oldu. Ne yapalım sağlık olsun! Demem odur ki; her şey geçiyor. Önemli olan o biricik yalnızlığımızı da yanımıza alıp ortada bir yerlerde buluşmaktır niyetim. Elimizden gelenin en iyisi ile kendimizden bir katkı koymaktır bütünün hayrına. Kolaylıkla ve sevgiyle olması dileğiyle. Teşekkürler.