Aniden hava karardı. Gökyüzü yüzünü ekşitmişti. Hava bir kararıyor, bir açıyordu. Gün öğleden sonraydı. Sanki akşam olmuş gibi hava siyahlara bürünmüştü. Buranın havası bir tuhaftı. Aniden hava kararıyor, hatta aniden bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Sağanak yağıştan kaçmak çok zordu. İnsanı boğarcasına baskı altına alan yağmur, etrafı göz göremeyecek hale getiriyordu.
Bugün yağmur da öyle olmuştu. Aniden yağmıştı. Pamuk tarlasındaki başak’lardanm (pamuk toplanmasından sonra geriye kalanlar) toplayanlar, ıslanmamak için sağa sola kaçışmaya başladılar. Ne çare ki, ne sığınılacak bir ağaç, ne bir ev ne de kuytu bir yer vardı. Ancak pamuk hararlarını birbirine dayayarak, altına sığınmaya başladılar. Sığmayanalar da tabana kuvvet diyerek, en az on dakikalık yolda bulunan çadırlara doğru, var güçleriyle koşmaya başladılar.
Memleketten bir adam vardı. Karısı ve çocukları da bizimle beraber koşarak eve geliyordu. Ancak o kırk veya kırk beş olduğunu sandığım yaşıyla ve perişanlığın verdiği yıpranmış haliyle, halen toplamaya devam ediyordu. Biraz da tamahlık var ya, bir türlü bırakmak istemiyordu. Karısı ve çocukları koşuyordu.
Hanımı koşarken, bir taraftan da;
-Haydi, bey, yağmur şiddetlendi, eve gidelim, diyordu.
Sonra çocukları:
-Baba, haydi sen de gel, diyorlardı.
Adamcağız bir türlü bırakmak istemiyordu. Sanki pamuklar kaçıyormuş da bırakmamacasına dallarına yapışmış topluyor, topluyor, topluyordu. Yağmura inat edercesine hızlandıkça o da daha çabuk toplamaya çalışıyordu. Bizler eve varmıştık. Adam hala gelmemişti. Irgatlar çadırlarında, biz de evimizde iken; çok aşırı şekilde sesli bir gürültüyle bir yıldırım daha çakmıştı. “Bu yıldırım boşa gitmemiştir, muhakkak bir yerlere çarpmıştır,” diye düşündük.
-Şimşekler çakarak, o kadar hızlı, sert ve gürültülü yağan yağmur, aniden de durmuştu.
Karısına:
-Kocan geldi mi? diye sordular.
-Hayır, daha gelmedi, dedi.
Eyvah, inşallah o çakan yıldırım ona vurmamıştır, diye geçiriyorduk ki, çadırlarda bir feryadı figan kopmaya başladı. Büyük oğlu, babam gelmedi diyerek tarlaya gitmiş, babasını bir pamuk dalına tutunmuş vaziyette görmüştü. Hepimiz tekrar tarlaya, adamın yanına gittik. Bir de ne görelim! Yıldırım adama çarpmıştı. Önlüğü önünde, eli pamuk dalını tutmuş vaziyette yakalanmıştı. Başından girip ayaklarından çıktıktan sonra, altında bir veya bir buçuk metrelik kocaman bir çukur açmıştı. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşmıştım. Yıldırım çarpınca elektrik çarpmış gibi yakar sanıyordum; ama adamın her tarafı bembeyazdı. Sanki uykuya dalmıştı.
Cenazeyi alıp çiftliğe getirdiler. Ortalık feryad-ı figanla yankılanıyordu. Memlekete götüreceklerdi; ama pamuk toplamaktan kazandığı paraları ortalıkta yoktu. Herkes birbirinden şüphelenmeye başlamıştı. Ancak, adam pamuk paralarını cebinde taşıdığı için, yağmurdan ıslanmasın diye parayı önüne bağladığı önlüğün içindeki pamuğun arasına yerleştirmişti. Aramalar neticesinde önlüğü boşaltmak isteyen birisi, paraları görmüştü.
Kamyon tutarak arkasına koydular ve memlekete götürdüler. Bense halen bu olayın etkisinden kurtulamamıştım. Tarlada yine yağmur yağarken annemin ya da babamın kucağına girer veya pamuk dallarının altına saklanıyordum. Ne zaman yağmur yağsa ve şimşekler çaksa, o olay aklıma gelir, korku ve ürpertiyle yanımda olanlara yanaşıp sokulur veya yakında bulunan bir yere girmeye çalışırım.
Kerim BAYDAK
kbaydak61-artan@hotmail.com