13 yaşında gurbete çıkan Ömer Seçkin:
“Geriye dönsem, gurbeti tatmazdım”
Karaköy’de, Ada Han’ın kasvetli girişinde sizi mis gibi çay ve kahve kokusuyla birlikte Ömer’in güler yüzü karşılar. Dar bir koridorda, nostaljik şekilde döşenmiş, çok hoş bir çay ocağına girersiniz. Arada bir “çaylarrrr” diye yankı yapan handa Ömer’in sesi duyulur ve hemen önünüze mis kokulu çayla birlikte sohbet gelir, muhabbet gelir, dostluk gelir.
13 yaşında gurbete çıkan Ömer, her gün gurbetin acısını çekenlere ilaç olarak bir bardak çay verir. Onlar da her bardakta farklı özlemleri, farklı hasretlikleri, farklı acıları akıtırlar çay bardağından ta yüreğinin derinliklerine…
Karaköy’le Eminönü arasında Galata Köprüsü var. Anadolu’nun neresinden gelirse gelsin, herkesin ilk uğrak yeri veya mutlak uğrak yeri Eminönü’dür, Galata köprüsüdür, Karaköy’dür, balıktır, ekmektir, denizdir, martıdır ve çekeceği acılardır, süreceği sefalardır…
***
Bazı yerlerde gurbete çıkmak, aynı zamanda büyümenin de farklı bir tarzda söyleniş şekli olmalı. Gölbaşı ve Tut ilçesinde de böyle bir anlayış yerleşmiş. Belki de bu nedenle olmalı ki, çocukluktan gençliğe dönen herkesin gözü gurbeti arar, bazısı bu sancıyı gurbette çeker, bazısı da evinde sancı çekmeyi sürdürür.
Ömer Seçkin de, Tut ilçesinin Boyundere yani eski adıyla Hüs köyünde yaşarken, büyüklerden gördüğünü uygulamaktan başka şansının olmadığına inananlardandı. Daha henüz 13 yaşındayken gurbetle tanıştı, o havayı teneffüs etti, acıyı ciğerinin en derinine kadar çekti. İstanbul’dan önce Bursa ve Antalya’nın Alanya ilçesinde çalıştı. Askerlik sonrası İstanbul’a geldi. Önce hiç sevmedi, memleketine geri döndü ama sonra memleketinde yalnız olduğunu anlayıp, yeniden İstanbul’un o devasa girdabına attı kendini ve o gün, bugün İstanbul’da, taşı toprağı altın olan kentte rızkını arayanlardan…
İstanbul’da kaldığı 15 yılda çok zorluklar çekmiş ama şimdi bütün o kötü günler geride kalmış. Kendine ait bir evi, memnun olduğu bir işi ve geliri var. Özlediği o günler değil ama o günlerden bugünlere gelişine şükrederek, köyünü, toprağını, havasını, suyunu da özlemiyor değil…
Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Adım Ömer Seçkin, 1982 doğumluyum. Adıyaman Tut ilçesi Boyundere köyündenim. Eski ismi Hüs.7 kardeşiz, 3 kız, 4 erkek, ben 5’inciyim.
İlk defa İstanbul’a ne zaman geldiniz?
İstanbul’a 2002 yılında geldim.
Özellikle Gölbaşı ve Tut’ta yoğun şekilde gurbete giden insanımıza rastlıyoruz. Bunun nedeni nedir?
Çoğunlukla yokluktan. İnsanlar yaşadığı yerde doymuyor veya doymadığını sanıyor. Bazıları gerçekten yokluktan, bazıları gurbeti merak ettiğinden, bazıları da gurbete gidenlerin daha kıymetli olmasındandır.
Nasıl kıymetli olunuyor?
Gurbete çıkanlara aile içinde daha çok değer veriliyordu, belki de ondandır. Ağabeyim 1990 yılında Şanlıurfa’ya okumaya gitti. O tatile geldiğinde herkes bizi unutur, ona hizmet ederdi, yemekler, tatlılar, çerezler, içecekler hep onaydı. Belki de çocuk aklımızla “gurbete biz de gitsek bizi de özlerler mi, bize de değer verirler mi” diye düşündük ve gerçekten de öyle oluyormuş, insanlar gidince kıymete biniyormuş.
Ölenler de öyle, hepsi birden badem gözlü oluyor…
Evet.. Şimdi memleketime döndüğümde, tıpkı abime yaptıkları gibi bana da aynı kıymeti veriyorlar, oradayken öyle değildi.
Gurbete çıkmaya ne zaman ve neden karar verdiniz?
1996 yılında gurbete çıktım. 3 yıl Bursa, sonra Alanya, sonra askerlik, sonra İstanbul. İstanbul’a 2002 yılının 3 Kasım’ında geldim. Önce 7 ay kaldım, hiç sevmedim. Köyü, tarlayı ve hayvanları çok sevdiğim için tekrar döndüm ama bu kez de ora zor geldi. Arkadaşlarımın çoğu İstanbul’daydı. 1 ay sonra tekrar geldim, o günden beri de buradayım. Tam 15 yıl oldu.
İstanbul’a ilk geldiğinizde yaşadığınız zorluklar nelerdi?
İstanbul’a ilk geldiğimde hiç kimse sahip çıkmadı. Elimizden bir iş gelmiyor, bir şey bilmiyoruz, yol bilmiyoruz, iz bilmiyoruz. Küçücük bir köyden kocaman bir kente gelmişiz, yol, yordam bilmediğimiz gibi ev yok, iş yok, para yok. Yazın parklarda kalmak kolay da, kışın mümkün değil.
Kiralık ev de tutamadınız…
İş yok, kirayı nasıl ödeyeceğiz?
Ama sonra tam 20 arkadaş bir ev tuttuk. Bir evde 20 kişi demek, bir tuvaleti 20 kişi kullanıyor, bir banyoyu 20 kişi kullanıyor demektir. Saatlerce tuvalet ya da banyo sırası beklerdik. Birisi işe gitse de, evde uyuyacak yer bize kalsa diye düşünürdük.
Peki ev eşyası…
Yaz aylarında eşyayı çok dert etmedik ama kış geldiğinde soba lazım, yok. Yorgan lazım yok. Döşek lazım, yok. Daha ne söylesem..
Var olanı saysan daha kolay olacak…
Tek var olan, canımızın sağlığıydı ve biz de buna şükrediyorduk. Çünkü bizden kötüleri de vardı. Hiç gidecek yeri olmayan, ailesi, akrabası bulunmayan, geri dönmeye kalksa, dönecek yeri olmayanlar vardı. Çok şükür ki biz daha çok zorlansak, dönecek yerimiz, köyümüz, ailemiz, yuvamız vardı.
Gurbetle tanışman çok zorlu olmuş. Tabi bunu anlatmak kolay, yaşamak zor. Geriye dönebilseniz, bir daha gurbete çıkmayı düşünür müsünüz?
Geriye dönsem tekrar gurbete gelir miydim bilmiyorum ama şimdiki aklımla düşünecek olursam gelmem, belki de gelemem. En azından kendi işimiz köyde..
Ama eskiden de kendi işiniz vardı..
Doğru vardı ama gurbetin zor olduğunu bilmiyorduk. Gurbetten izne dönenlere bakıp, gurbetin güzel bir şey olduğunu tahayyül ediyorduk. Biz de hevesleniyorduk. Gurbeti görmeyen kişi tabii ki gelmek ister ama 13-14 yaşında, henüz çocuk denecek yaştan birisi yokluktan gurbete çıkmışsa, gurbetin bütün acısını, bütün çilesini çekmiş, ezilebildiği kadar ezilmişse.. böyle bir insana bir kez daha fırsat verilse, yine aynısını yaşamak ister mi, ben istemem. İstemezdim diye düşünüyorum. Köyünde soğan ekmek yer yine dönmez, ben de dönmem, dönmezdim diye düşünüyorum.
Adıyaman’da olsaydım, şu olmazdı diyeceğiniz ne var?
Adıyaman’da kalsam asla şu hayatım olmazdı diye düşünüyorum. Çünkü aileme bile ben bakıyorsam nasıl olacak…
Gurbete çıkmayı düşünenler için ne tavsiye edersiniz?
Çıkmak isteyene sözüm yok, çıksın ve o acıyı görsün, anlatmakla olmaz. Çok değil ama bir yıl da olsa gurbette kalmalı bir insan. Görsün gurbet hayatını, yaşasın. Nasıl ki bir genç askere gidiyor ve dönüşte ailesine daha sıkı bağlanıyorsa, daha saygılı oluyorsa.. gurbet sonrasında da öyle olur diye düşünüyorum. O toprakları özlesin ki, kıymetini bilsin..
Adıyaman’dan ayrıldıktan sonra hayatınızda neler değişti?
Hayatım çok değişti. Dünyaya bakışım, hayatı algılayışım. Tabii ki küçük bir köyden büyük bir kente gelince oturmasını, kalkmasını, yemesini, içmesini, konuşmasını da öğreniyorsun. Sosyal hayata adapte olmak burada daha kolay.
Bu arada bir evlilik yapmışsınız ama boşanmayla sonuçlanmış. Ufukta yeni bir evlilik var mı?
Evet bir evlilik yaptım ama kısa sürdü. Belki de gurbetin beni değiştirmesiyle olabilir, belki de gurbetin verdiği zorluklar ama tabi ki tekrar evlilik düşünüyorum. Hayırlı bir kısmet olursa inşallah...
Adıyaman’la irtibatınız hangi sıklıkla sürüyor, ne kadar gidip geliyorsunuz, ne kadar çok kişiyle görüşüyorsunuz?
Tabi ki görüşüyorum. Ne de olsa sonunda gideceğim baba toprakları, bırakabilir miyiz asla. Arada gidiyorum ama gidince de burayı özlüyorum, en fazla 5 gün. Çünkü, orada pek kimse kalmadı.
Gurbette kalmayı sürdürdüğünüze göre, bütün zorluklarına rağmen güzel yanları da olmalı, sizce nedir gurbetin güzelliği?
Gurbetin güzel yanı yok, sonuçta gurbet ama mecburluk var, yokluk var, sıkıntı var. Artık karnımız burada doyuyor.
Geri dönmeyi düşündünüz mü?
Tekrar dönmek ister miyim. Allah kötülükle döndürmesin. Burada zorda olsa iyiyiz, kimse kimseyi tanımıyor. Aç da kalsak, tok da olsak kendi halimizdeyiz. Çok şükür kimseye de muhtaç değiliz Allah’tan başka ama tabi ki köyde kalmayı isterdim, çiftçilik yapardım, hayvan beslerdim ama geçti artık.
Gurbetin zor yanı nedir?
Gurbetin zor yanı yalnızlık, elinden tutan olmaması. Sadece gurbet değil, İstanbul daha da zor. İnsanlar kötü ama kendimizi biliyoruz şükür.
Hem çay ocağı hem de bir handa çalışınca, doğal olarak çok farklı insanlarla tanışıyorsun, çok farklı hayatlara tanıklık ediyorsun. Birkaç örnekle müşteri kitleni anlatabilir misin?
Haklısınız, burası çok uğrak bir yer. Anadolu’dan gelen her insanın mutlaka uğradığı yerlerden birisi Eminönü’dür, Galata Köprüsüdür. Çay ocağımız da bu iki mekana çok yakın olunca, farklı insanları tanıma şansımız da çok oluyor.
Anadolu’dan bin bir ümitle gelip, burada hayatı sönen insanları biliyorum, sıfırla gelip, bir servet elde edenleri biliyorum. İstanbul, bu açıdan çok değişik bir yer. Bazen veziri rezil, bazen rezili vezir eder ama hepsinde de insanın kendi çabası da var.
Kendi çabası elbet olur ama peki insanları avlamaya çalışanlar yok mu?
Olmaz olur mu, İstanbul, bu açıdan kurt kapanı gibi. Anadolu insanı çok iyi niyetlidir. Herkesi kendisi gibi, memleketinde çevresinde gördüğü gibi sanır ama burası öyle değil. Burada kötülükle hayatını idame ettirenler var ve onların tek geçim kaynağı, iyi niyetli insanlardır.
Ne tür insanlar bunlar?
Dolandırıcısı var, faizcisi var, tefecisi var, namussuzu var.. kötünün arkası mı gelir? Hepsi senin “düşmeni” bekler, “ayağının kaymaya hazır” hale gelmesini bekler ve çoğunluğunu da kendileri buna hazır hale getirir. O nedenle İstanbul’da yaşamaya niyetlenen, Anadolu’daki “iyi insanı” unutsun, burada “kötü insan” bolluğu olduğunu unutmasın ve ona göre “dost” seçsin.
Adıyaman lezzetlerini özlüyor musunuz?
Adıyaman lezzetlerini tabii ki özlüyorum, tezek kokusunu bile özlüyorum
Adıyaman’a has ürünleri nasıl temin ediyorsunuz?
Köyden geliyor.
Ne dediler?
H.Sinan Temel (Kent Konseyi Başkanı-Adıyaman)
Bazı insanlar vardır; ilk kez karşılaşsanız bile kırk yıllık dostmuşsunuz gibi bir aşinalık, bir muhabbet oluşur gönülde…
Ömer Seçkin kardeşim de benim için öyle birisi.
Sanalda başlayan tanışıklığımız, bir İstanbul seyahatimde gıyabiden vicahiye dönüştüğünde gösterdiği samimiyet, izzet ikram ve fedakârlık ile gönlünün yüceliği hemen kendini göstermişti.
Bazı insanlar vardır ki, onun niteliklerini sayarken, onu övmek isterken kelimeler gerçekten yetersiz kalır. Onu tanımlayacak ifadeleri bulmakta zorlanırsınız. Ömer kardeşimi anlatmaya çalışırken ben de aynı duyguları yaşıyorum. Onun için yiğit diyeceğim, mert diyeceğim, vefalı, kadirşinas, dürüst, çalışkan, fedakâr diyeceğim.. abarttığımı sanacaksınız. Oysa Ömer’i tanısanız, kalbindeki güzelliği yansıttığı, çalıştığı mekânı görseniz ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız…
Ömer kardeşim kişiliği ile bende derin izler bırakan dostlardan biri. Hele elleriyle yapıp ikram ettiği menemene, orada bulunan dostlarla birlikte ekmek banarak yediğimizi ve akabinde yine elleriyle yapıp gönlü ile ikram ettiği bol köpüklü kahvesinin tadını asla unutamam…
Yolun da bahtın da açık olsun sevgili kardeşim. Rabbim karşına hep senin gibi iyi insanları çıkarsın…