Sıralanıp gidiyor zamanı sınırlandırmalarım:
Akşamüstü “ eşref saatidir “, gün batımı başka türlü çekilmez; yalnızlık kötüdür hemen bir arkadaşa asılmalıdır,saat yediden sonra yemek yenmemelidir kilo alınır, erken yatıp erken kalkmak sağlığın garantisidir, her ayın 17’ sinde tartılıp kilo kontrolü sağlanmalıdır, gerekli ayak işleri yapılıp ruhsal kondisyon dengede tutulmalıdır, yazılar sabah yazılmalı zihin açıkken…
Gibi bir an aklıma gelenler bunlar. Daha özel alanlarda nokta vuruşlarına hiç girmiyorum. İşte, bütün bu zamanla yarış aslında, o meçhul sona doğru dirençten başka şey değil.
Peki, beni ne tetikledi şu an? Biraz önce lokantadan çıktım. Et yemediğim halde, dizlerime iyi geleceğini duyduğum kelle paçadan yedim. İçimdeki çatışma dinmedi.
Yolda bir de ne göreyim?Arabanın arkasına saklanmış iki genç kız kaldırıma yaymışlar cipslerini ve kolalarını, hem gülüşüp muhabbet ediyorlar hem de ( bana çağrıştırdığı bu tabii) demleniyorlar.
İçim kalktı. O kadar çok konuşacak ne bulurduk biz de bir zamanlar? Hem de hiç zamana aldırmadan.