Zevkli Rezalet ( Mi) ?

Abone Ol

        Balıkçılığı hobi olarak yapan Kadir Bey, Hacı ve Müslüm Hoca’dan o gün ve gecesindeki masrafı yüklenmek sözünü aldığında; beni de dâhil etmişler, kısmetimizi nasiplenmek adına baraja gitmiştik. Germe tur ile onlarca misinadan oluşan ve balık tutmaya yarayan oltalarımızı tek tek baraja atmış, oltaya takılan zilleri de yerleştirmiştik. Ara sıra gitmişliğim vardı, ama bu defa daha farklı olacağı düşündüğüm balık tutma işini dostlarla yapacaktım. Anlaşılan o ki, bu defa daha farklı bir deneyim yaşayacaktım. Çünkü Müslüm Hoca ve özellikle Kadir Bey, bu işi tam profesyonelleştirmişlerdi. İçlerinde en acemisi bendeniz ile Mehmet Beydi. Mehmet Bey, emekli bir büyüğümüzdü. Sürekli kendi kendine bir şeyler mırıldanır. Fazla konuşmaz, ama konuştuğunda da tam yerinde ve zamanında, taşı gediğine oturturdu.

Aynı fikirden olup, aynı kulvarda ilerleyen ve aynı düşüncelerde buluşan dostlar bir arada olduğu zaman, hiç bir şeyin Kıymet-i Harbiye’si olmuyor. Zaman ne çabuk geçiyor farkında bile olamıyorsun. İşin içine balık tutmak/tutabilmek gibi güzel bir meşguliyette girince, her şey harika oluyor. Maksat balık tutmak olsa da, hani kuru ekmek yemekte bir başka güzel oluyor.

Güneşli bir günün güzelliğinde, yere serilen sergide oturup, tavşankanı çayları, ince belli bir cam bardakta ya da bir pet bardakta, keyifli ve koyu bir muhabbetin eşliğinde içilen çayların bir yerinde, aniden çalan zillerin verdiği o hazzı, mutluluğu ve heyecanı yaşamadan anlatmak mümkün değil kanaatindeyim. Her çalan zilin verdiği müthiş hazdan sonra, yavaş yavaş çekilen oltanın misinasına takılan balığın büyüklüğü, üzerinde hararetli tahminlerde bulunuyorduk. Oltaya takılan balığı gördüğümüzde de müthiş bir keyif alıyorduk.

Balıkların ne zaman ve ne kadar çıkacağı belli olmadığından, derme çatma ocakta pişirilen tavayla karnımızı doyurmuştuk. Sohbetlerin ana teması ve günün tek konusu, bir gün önceki hocalara yapılan oyundu. Hocalar, kendilerine yapılan oyunla, kızgınlık içerisindeyken, Kadir bey onları alaşağı etmiş olmanın kendisine göre haklı gururunu yaşıyordu. Ara da bir, “bundan sonra da balık yerseniz ha!”  diyordu. Gülüşmeler, kahkahalar içerisinde, zaman ilerliyordu.

Akşam olmuştu, ama hala istenilen kadar balık tutamamıştık. Kendi adıma tedirginlik yaşıyor ve endişe içerisindeydim. Çünkü anladığım kadarıyla gece geç vakitlere kadar burada kalmayı düşünüyorlardı. Ben, böyle durumları pek yaşamamıştım, ama onlar özellikle Kadir bey sabahlara kadar beklediği çoğu geceleri olmuş. Hocalar ve Mehmet abi’ de ses çıkarmayınca, mecburen ben de uyum sağlamak adına sesimi çıkaramadım.

İki farklı yere attığımız olta gruplarından birinde balık çıkmazken ya da çıkanlar da ufakken, diğer olta grubunda hem balık çıkıyor, hem de büyük oluyordu. Derken akşam olmuştu. Ay ışığı baraj suları üzerinde harika bir görüntü oluşturmuştu. Şehrin ışıkları uzaktan da olsa görülüyordu. Uzun zamandır yaşayamadığım bir takım duygular içerisindeydim.

Sakin bir barajın kenarında, yaşanılan sessiz bir dinginlik vardı. Ay ışığıyla aydınlanan loş geceyi arada bir, “bakın ben de buradayım dercesine misinadaki çıngırağın çıkardığı sesle varlığını nişanesi olan balıklar,”  misinalara takılıyordu. Uzaklardan görünen lamba ışıklarının verdiği güven ve huzur ile baş başa kaldığınız bir farkındalık yaşıyordum kendi adıma…

Hem dıştan, hem de içten hafifçe serinleten, insanın tenini okşayan, huzur veren, güzel, tatlı, değişik bir ruh haline bürünmüştüm. Galiba zevkli oluyordu, hoşuma da gidiyordu sanırım.

Artık balıkların çıkmayacağını düşündüğümüz an da, germe ağımızı çektik, ama nafile, hiç balık yoktu, oltaları birer birer çektiğimizde de istediğimiz sayıyı ulaşamamıştık. Neyse,  az da olsa çıkan balıklar kısmetimizdi artık.

Bir taraftan temizliyor, bir taraftan yıkıyor, bir taraftan unluyor, bir taraftan ateş yakmaya çalışıyorduk. Her şey tamam olunca, gece karanlığını ateşin şulesinin ve ışıldaklı fener ışıklarının, aydınlattığı tavada,  balıkları kızartıyorduk. Cızırtılar içerisinde pişen balıklarla karnımızı doyuruyorduk. Gerçekten farklı bir durum vardı, kendi adıma... İlk defa değişik bir ortamda, balık ziyafetinde bulunuyordum. Ara sıra Mehmet abinin kendi kendine mırıldamalarına kulak kabartıyordum. “Hayırdır yine Mehmet abi, gene neler söylüyorsun?” dediğimde; “zevkli rezalet!!, zevkli rezalet!!” diye bir cümle kullandı. Gülmeyle karışık, “Tamam Mehmet abi, köşe yazımın başlığını buldum ”deyince; hep birden, o sesiz ortamdaki karanlığı yaran bir kahkaha tufanı koptu. Karnımız doymuştu, doymasına da eve götürecek bir balık bile kalmamıştı. Hayırlısı olsun artık ne yapalım. Güzel bir hafta sonunda,  ortam güzel, balıklar da pişince ve tabi ki dostlar da güzel olunca, değmeyin sohbetin keyfine.

 

Kerim BAYDAK

kbaydak61-artan@hotmail.com