Bana taktığınız bir sürü isim var hatta ayrıştıranınız var. Ben, içinizden biri olan ‘Deli Safinaz‘ ın bana taktığı lakapla karşınıza çıkmayı uygun gördüm. Yani ben ‘ ismi lazım değil’.
Adlandırmakta güçlük çekseniz de hep aklınızın bir köşesinde bana ve benim gibi olanlara yer vardır. Eh sizin gibi hacmimiz olmadığı için bu sadece aklınızın köşesi ile kalmıyor tabii. Ayrıntılar değişse de tek değişmeyen şey bize olan merakınız ve bir o kadar da korkunuz. Başa baş gidiyor bazen her ikisi. Fakat bazen de şirazesi kayıyor. Uç noktada ‘Deli Safinaz’ gibi karışıveriyorsunuz bizim aramıza. Fakat inanın bizim hiç de sizi delirtmek gibi bir niyetimiz yok. Nasıl oluyor o iş? Şahsen benim hiçbir fikrim yok.
Hem anne tarafı hem baba tarafı bizlerle yakın ilgiliydi. Ben de doğduğundan beri tanırım Safinaz’ ı. Fakat onunla ilk karşılaşmamız oldukça geç sayılır sülalenin diğer fertlerine göre. İlkokulu bitirmek üzereydi sanırım. Arkadaşlarıyla sönmüş kireç kuyusunun etrafında Kızılderilicilik oynuyordu. Esir ettiği çocuğa tam yayını doğrultmuşken düşüverdi oku sönmüş kireç kuyusuna. Yağmur suları ağzına kadar doldurmuştu kuyuyu. Kıyıda yüzen oku almak için eğildi Safinaz. Tepesi takla sulara gömüldü. İşte o an iş başa düştü. Onu korkutmamak için bir ışık huzmesi olarak göründüm ve çomak uzattım kendisine. Tutundu ve düşmesi ile öbür kıyıdan çıkması bir oldu.
Ne olduğunu anlayamadı tabii. O kadar korkmuş ve şaşkındı ki girilmesine izin verilmeyen babaannesinin odasında başköşede kireç kuyusuna dikmiş gözlerini pencereden bakıyordu yavrucak. Tabii gerekli fırçaları yemekten kurtulamamıştı evin büyüklerinden. Çünkü tehlike büyüktü. Haklıydılar. Ondan sonra daha dikkatli olmaya söz verdim kendime. Bu ele avuca sığmayan kızı çok sevmiştim. Sorumlu hissettim kendimi ondan.
Aslında Safinaz’ın yaşıtları veya ondan büyük teyzeleriyle çok daha erken yaşlarda tanışmıştık. Onlar da korkuyorlardı ama büyükleriyle konuşabildikleri için olsa gerek bize karşı daha yakındılar. Büyük dede bu teyzelerden birini, yıldızı daha hafif olduğu için olsa gerek, bizi suda göstermek ve altının yerini söyletmek için zaman zaman yanına alırdı. Biz de yaşı oldukça ufak olduğu için ona sevimli görünmek isterdik. Elimizde bayraklar sevimli cüceler olarak resmigeçitte bulunur, gözlerinin önünden tek sıra halinde geçerdik.
Bir kere de Safinaz’ ın babaannesine altınla ilgili böyle bir oyun oynadık. Bir küp altın gösterdik rüyasında tam da odasının köşesinde gömülü. Gizli gizli kazmaya başladığı odasındaki gürültüden şüphelenen büyük annesi zorlayınca söyledi niyetini. Küp bulundu ama içi kömür doluydu. Kızdı bağırdı büyük annesine babaannesi ‘’ Bak sana söyledim diye kömüre çevirdiler, bırak benim yakamı.’’
Neyse lafı fazla uzatmayalım. Çeşitli görüntülerde göründük Safinaz’ın yakınlarına. Öyküler çoğaldıkça çoğaldı. Safinaz’ ın da korkusu gitgide büyüdü. Bir gece yine dedesinin eski köşklerden geriye kalmış tek tük evlerinden birinde sülale toplanmıştı. Onca kalabalık sofrada yenilmiş içilmiş. Alkol alınmıştı. Gülüş ahenk geceye geç vakit nokta konulup yatılmıştı. Sabah kahvaltı hazır olunca babasını kaldırması için annesi Safinaz’ı onların yattığı odaya göndermişti. Yüzü bembeyaz geri dönen Safinaz annesinin kulağına ‘’Babamı onlar soymuşlar cısçıplak bırakmışlar ortada anne’’ dedi.
Dedi demesine de o gördüğü şeyi uzun yıllar sonra gerdek gecesi görünce kocasında ‘’Götürüyorlar beni anne’’ deyip bayıldı kaldı kocasının ayakları dibine. Öylesine güçlü bir girdabın içine çekildi ki gönlünce bir daha dönmek istemedi kendi dünyasına. Bizimle kalmayı seçti bedeni sizin aranızda olsa da. Siz de ona bir yer vermek zorundaydınız hayatınızda. ‘ Deli Safinaz’ dediniz çıktınız, her zamanki gibi işin kolayına kaçtınız.