Gündüz rüyası olarak “Küçük Prens” göründü kadının gözüne. Şaşırdı ne alaka, diyerek. Bir çocuk öyküsü olmadığını biliyordu, tamam. Fakat altmışında bir kadın için de abartılı değil miydi bu kadarı? Çünkü, yıllar öncesinden tanıdığı bir erkekten telefon gelmişti. Üstelik o yıllardaki haline de bir hayranlık seziliyordu konuşmalarında içten içe. Bugünkü halinden hiç memnun olmayan kadına ilaç gibi gelmişti bu durum. Bununla ilgili yardım istedi rüyalarından. Fakat rüyalar bu konuda çok ketum davrandı. O da gündüz rüyalarına dikkat kesildi. Karşısına da çıka çıka “Küçük Prens “ çıktı, o malum pelerini uçuşan haliyle.
“Evcilleştirmek sorumluluk ister” diyen sesi çınladı önce kulaklarında. Hayvan, çiçek okey de insanı evcilleştirmek nasıl olurdu, diye geçirdi aklından. Evet, kendi doğasından uzaklaştırıp kendine tabii kılarak. O zaman eğitim şart. Gözün üzerinde olacak, düzenli kontrollerini yapacaksın, geri bildirimleri değerlendireceksin, bütün bunları bir de sevgi adına yapacaksın. Daha doğrusu sevgi adına yaptığını sanacaksın.
En iyisi bir daha okumak gerekir dedi “ Küçük Prens’i”. Kütüphaneden alabilirdi, yine almayı düşündüğü “Deliler Boşandı” adlı kitabını alırken Aziz Nesin’in. Bakalım evren ne söylüyor.
Bu alıştırmayı çocukluğumuzdan çok iyi biliriz. Kendimizi şartladığımızdan daha büyük bir potansiyeli görmek için zihnimizi açmamıza yardımcı olan bir egzersizdir bu. Sihirli düşünce, sözcüklerin gerçekliği oluşturduğuna inanmaktır. Çocukken nasıl sadece, “Ben prensesim ve sen de beni kulede esir tutan ejderhasın” dediğimizi ve bunu söyler söylemez yaratılması için sadece bir cümle gereken o gerçeklikle davranmaya, konuşmaya ve düşünmeye başladığımızı hatırla. İşte bu aracı kullanarak kendimizi daha büyük hayallere odaklayabiliriz.
Güzel bir çakıl taşı seç ve cebinde taşı. Onu avucuna aldığında kendine, “Bu çakılın aslında bir elmas olduğuna inanıyorum. Herkese çakıl taşı gibi görünebilir ama bana göre bu bir elmas“ de. Ve hayatın cebine sürekli elmaslar koyduğu fikrine odaklan.
Babasının prensesidir her kız çocuğu. Kız mak fiil köküne sahipken bile bu kadar kendini prenses sanmak da kız çocuklarına özgü bir salaklık olsa gerek herhalde. Bugün dışarıdan yorumladığımda öyle bir anım var ki şaşırıp kalırım. İyi okullarda okutulmak da dahil nasıl bir prense kakalanacağının öyküsüdür aslında bu. Rapunzel’in o upuzun saçları olsaydı bugün kaç kanserli çocuğa saç olurdu kim bilir. Güya masal yazacaktım ben değil mi? Bu masalda prens ve prenses sözcüklerinin dışında masala ait bir öge bulacağınızı düşünmüyorum. O kadarcık da ben sizi kandırayım lütfen izninizle. Yoksa bu öfke ve kızgınlık nasıl çıkacak bu bedenden.
Gelelim benim yaşanmışlığıma. Çocukken pek ayak altında dolaştığım için özlenmiyorum belki diye düşünmüş olsam ki yatılı okulda okurken özleneceğimi düşündüm sanırım. Sanırım diyorum çünkü bugünkü Özlen’le sohbet ediyorum şu an. Neyse bir hafta sonu tatili evci çıktım ve ailemin yanına gittim. Uzak olduğu için her hafta sonu yanlarına gidemiyordum. İşte o hafta sonu da ben geleceğim diye annem mutfakta döktürmüştü yine. Babam ise bir uğradı ve dışarı çıkması gerektiğini söyledi hemen. Bozuldum. Mızmızlandım ve hatta meydan okudum. Sokak kapısına dayandım, yolunu kestim. Bekliyorum. Sonunda annem dayanamadı, “Çekil artık kapıdan baban mutfak camından atladı gitti” dedi hışımla. Dondum kaldım baştan. Sonra hızla mutfağa koştum ve cam ardına kadar açıktı. Eğildim baktım dışarı. Evet müstakil bahçeli bir evde oturuyorduk, atlaması o kadar zor değildi. Fakat babamı oradan atlarkenki hali bugün beni şaşkınlıktan başka gülümsetebiliyor o iri gövdesiyle nasıl zorlandığını bilmek. Fakat o gün öyle olmadı. Açık camın önündeki mutfak masasında bir tencere dolma duruyordu, oturdum başına şuursuzca yedim. Kızgınlıklarımı nasıl yemekle geçirmeye çalıştığımın başta gelen deneyimlerinden biridir benim için.
Babamın prensesi olmadığım gerçeği bunun gibi birçok örnekle gözüme sokulunca belki bir beyaz atlı prens, prensesliğimi bana yaşatır dedim durdum. Yani illa prensesliğimi yaşayacağım. Azimle de diyorum. Elimde baston, bekleyebilirim. Kızgınlıkla nerde kaldın diyerek kafasına vurmak için. Şaka bir yana masalın çıkış noktasına gelelim. O vizyonu ya da gündüz rüyasını gördüğüm gün, evet gelen aday beyaz atlı prens olabilir. Fakat sonuçda o da annesinin prensi. O da kandırılmış bir çakma prens çıktı. Pelerinini topladığı gibi çekip gitti. Masalımız da burada bitti. Sonunu bari masal gibi bitirelim hadi. Gökten üç elma düştü biri benim, biri prensin biri de siz okuyanların başına. Afiyetle yiyelim. Teşekkürler.