Bayram sabahı...
Kurban kesimi için çoluk-çocuk minibüse doluşarak Hasancık köyünde kayınbabamgilin bağ evine gittik.
Yedi ortak bir tosun keseceğiz. Tüm ortaklar kayınlarım ve birde bacanak.
Ooo... Oraya gittik ki tüm ortaklar, onların çocukları, köydeki bazı yakınları bir mezranın nüfusu kadar kalabalık var.
Derken tosunu kesim alanına ayakları ve boynu zincir ve iplerle bağlı olarak çekiştire çekiştire gladyatörlerin arenaya getirilişi gibi getirip calaskaya yaklaştırdılar.
Ben uzak duruyorum, boğa güreşçisi "matador" değilim. Çünkü öfkeden gözleri dönen tosunun yeniçeri kılıcı gibi boynuzları var. Bir kafa sallasa çangala takar gibi beni havaya savurur Alimallah.
Ayaklarındaki kalın ip calaska zincirine bağlanarak başaşağı calaskayla yukarı kaldırıldı. Boynu yere yatırılıp tekbirlerle kesilmeye başlandı.
Hayvanın boğazından fışkıran kan ile burnundan soluduğu hava birbirine karıştı.
Deriyi yüzme işlerinde anlayanlar bıçaklarla derisini yüzmeye başladı.
Deri yüzme işlemi biter bitmez, kimi bıçağı, kimi satırı, kimi nacağı alarak sanki Kahramanmaraş'ın düşman işgalinden kurtuluşundaymışız gibi etleri parçalamak için gardını aldı.
Baktılar olmuyor, tank namlusu gibi kemikleri kırmak mümkün değil, gidip elektrikli testere getirip vaj-vuj keserek parçaladılar,
Parçalanan etleri getirip ortaya yığdılar. Tabi bu esnada bacanağım ve kayınbabam hafif de olsa ellerini ve parmaklarını kestiler.
Şimdi bu parça etleri tahtaların ve kütüklerin üzerinde hepsini yumruk büyüklüğünde doğramak gerektiğini söylediler.
Bu ana kadar olan biteni bir kenarda oturup seyreden bana, "bir bıçak al ve sende gel bu etleri doğrayalım" dediler.
Başladık çalışmaya, doğra doğra bitmiyor,
Bir sıcak, bir nem... Terden cımcılık olmuşuz. Sabah saat 8'de geldik, ikindi saat 3 oldu hala kürek mahkumları gibi faaliyetteyiz.
Nihayet bitirdik.
Sıra bölüştürmeye geldi. Bir elektronik terazi getirdiler. Onun da ayarı bozuk, düzeltmeye çalışıyorlar.
Yok etiydi, yok kemikleriydi, yok sakatatıydı derken kuyumcu titizliğiyle tartıp, ayrı ayrı leğenlere bölüştürdüler.
İbicek atıp, herkesin hissesini belirlediler.
Hissemiz olan etleri alıp, kös kös evin yolunu tuttuk.
Etlerin bir kısmını komu-komşuya, tanıdığa, akrabaya dağıtım işlemi biter bitmez, biraz uzanıp dinlenmeyi düşünürken bizim hanım "Şükrü bu bize kalan etler ayrıştırılacak, kimisi kıyma olarak çekilecek, kimisi kuşbaşı şeklinde doğranacak" demesin mi?
Niçin ben, çocuklar nerde?
"Bu işleri yapmamak için hepsi gizlice evden çıkıp gittiler, senden başka yapacak kimse yok" dedi.
Balkona etleri, yağları, kemikleri getirip doğrama tahtası ve bıçakla önüme bıraktı. Gündüz yaşadığımız meşakkat sanki yetmiyormuş gibi gece saat 10'a kadar onlarla uğraştım iyi mi?
Nihayet kurbanla ilgili işleri bitirmiş olduk ama, ben kendimi o gün mısır piramitlerinde çalışan köleler gibi hissetim.
Tövbe bir daha kurban için asla sığıra hissedar olmam. Akıl işi değilmiş.
Ama sonuçta mutluyum.
Çünkü ahirette benim de üzerine binerek sırat köprüsünde geçeceğim bir tosunum oldu.
Yani sıratta geçmeyi garantiledik gibi...