Evlendiği günden beri eşine müsaade etmiyordu ailesiyle uzun süre görüşmesi için. Ayrı şehirlerde yaşadıkları için yılda bir defa birkaç günlüğüne müsaadesi vardı sadece. Bu sorun dışında her şey çok güzeldi, güzel bir evleri ve arabaları vardı. Adam çok çalıştığı ve eve geç geldiği için ev hanımı olan eşi vaktini evde yalnız başına düşünerek veya bir şeyler okuyarak geçiriyordu.

O gece yine aynı konu gündeme gelmişti;

‘‘Annemlere gidebilir miyim?’’ dedi kadın.’’Altı ay oldu görmeyeli. Çok özledim onları.’’

‘’Hayır.’’

‘’Lütfen, söz veriyorum çok fazla kalmayacağım.’’

‘’Hayır dedim.’’

‘’Bir açıklama yap lütfen neden müsaade etmiyorsun.’’

‘’Biliyorsun ki ailenin oturduğu ev ve maddi imkânları çok kısıtlı, senin sıkıntı çekmeni istemiyorum.’’

‘’Mutluluğun bir fiyatı mı var?’’

‘Hayır dedim. Annenle baban memnunlar hallerinden. Sende benimle mutlu olmaya çalışsan iyi edersin artık!’’

‘’Ben seninle mutluyum, sadece…’’

‘’Yeter artık uzatma!’’

‘’Evde çok sıkılıyorum. Senin bitmek bilmeyen toplantıların ve dünya kaygıların… Bense evde tek başıma… Çocuğumuzun olmayışı hepten yıkıyor beni. Sen aklını bir şeylerle meşgul ederken ben evde olmayan çocuğumuzla yaşıyorum.’’

Küçük tartışmanın ardından uyumuşlardı. Ertesi akşam adam elinde büyükçe bir kutuyla geldi işten. Eşinin meraklı bakışları içinde kutuyu açtı. Kocaman bir akvaryumdu bu. İçinde biraz su ve 4 balık. Kadının gözleri sevinçle parladı, eşinin yanağına kırgın bir öpücük kondurdu.

Akvaryumun yanında verilen süslerle akvaryum güzelce süslendi. Yeterince su dolduruldu ve salonun en güzel yerinde büyükçe bir yer verildi 4 yeni misafire. Artık eşi evde olmadığı zamanlarda balıklarla ilgileniyor, sularını değiştiriyor, onlarla konuşuyor hatta birlikte müzik dinliyorlardı.

Kadın dört balığını da çok seviyordu fakat bir tanesi vardı ki onun yeri bambaşkaydı. Bembeyaz ve en az gövdesi kadar büyük kuyruğuyla tıpkı gelinlik bir kız gibiydi.

O gece eşi geldiğinde ondan küçük bir akvaryum almasını istedi. Adam eşinin mutluluğundan o kadar memnundu ki neden diye bile sormak istemedi. Ertesi gün adam elinde diğer akvaryumdan daha küçük bir akvaryumla geldi. Kadın diğer balıkları bu akvaryuma koydu. En çok sevdiği lepistes balığı artık koca akvaryumunun içinde, süs ağacı süs taşları ve ışıklandırmasıyla özgürce yüzüyordu.

Diğer balıklara bir isim koymamıştı ama en sevdiği balığına ‘gelin’ ismini vermişti. Zaman zaman eline alır, bir öpücük zamanı kadar suyundan çıkarır sonra tekrar suyuna bırakırdı yavaşça.

Aradan bir hafta geçmişti. Her zaman ki gibi orta boy akvaryumdaki balıkların yemini verdi önce. Geliniyle daha uzun ilgilenmek için ona yemini diğerlerinden birkaç saniye geç verirdi hep. Ama bu gecikmeyi ona güzel şarkılar söyleyerek telafi ederdi.

Günler böylece geçerken kadın ailesinin özlemini bir nebze bastırır olmuştu balıklarıyla, özelliklede geliniyle. Düğün alayının yanından süzülür gibi yüzerken onu izlemek nasıl bir mutluluk sebebiydi. Her sabah eşine kahvaltıda bunu anlatıyordu.

Bir gün kadın evinin temizliğini bitirmiş ve balıklarının yanına gelmişti. Önce 3 balığına yemlerini verdi ufalayarak daha sonra gelinin akvaryumuna yaklaştı. Fakat gelin suyun altlarına doğru inmiş, verdiği yeme hiçbir tepki göstermeden ağır aksak yüzüyordu, sevdiğiyle evlenememiş bir kız gibi. Kadın endişeyle suyunu değiştirdi balığının, eline aldı öptü usulca, güzel sözler söyledi. Hatta dua etti. Fakat küçük gelin halsizce duruyor yavaşça ağzını açıp kapatıyordu. Diğer balıklarına baktı kadın, ilk gün ki gibi neşeyle koşuyorlardı yemlerine. Günler böyle geçerken kadının tek üzüntüsü geliniydi artık.

Neden dedi kendi kendine. En güzel akvaryum en çok ilgi onaydı.

Aradan 3 gün geçmişti. O sabah uyandığında hemen balıklarının yanına koştu kadın. Gelini yan bir şekilde kıpırtısız duruyordu suda. Akvaryumu salladı ama gelinin kuyruğu hafifçe dalgalandı sadece. Akvaryumun içine soktu elini. Gelini avucunun ortasında hareketsiz duruyordu. Kuyruğunu öptü gözyaşlarını silerken…

Adam akşam eve geldiğinde eşini gözleri şişmiş halde koltuğa çaresizce oturmuş vaziyette buldu, yanı başında gelini. Bir önceki gece kocasının getirdiği gülün yapraklarından yatak yapmış gelinini üzerine yatırmıştı.

Adam eşine yaklaştı. Önce eşinin kirpiklerindeki ıslaklığı öptü daha sonra birkaç adım attı ve akvaryumların yanına geldi. Önce o büyük o güzel ve artık o boş akvaryuma baktı. Sonra daha küçük akvaryumun içinde neşeyle yüzen diğer üç balığa.

Kadın ayağa kalktı büyük akvaryumu bin bir güçlükle kapının önüne bıraktı. Eşi çaresizce izliyordu sadece. Daha sonra üç mutlu balığın akvaryumundaki bütün süsleri çıkarıp attı. ‘’Balıklar süsten anlamıyor’’ dedi kendi kendine.

Kadın hırsla karışık bir kırgınlık içinde bitirdi akvaryumlarla olan işini. Ağır adımlarla kocasının yanına yaklaştı. Kocasına baktı, sevgili ve küskün gözlerle. Artık biliyordu kocasının onu ne çok sevdiğini.

Adam eşinin ellerini ellerinin arasına alırken titrek dudaklarıyla fısıldadı eşinin kulağına;

‘’Hadi hazırlan annenlere gidiyoruz. Evdeki fazla ve pahalı eşyaları da al yanına.’’

‘’Annemlere mi götüreceğiz?’’

‘’Hayır. Giderken çöpe atacağız…’’