Dünyanın en büyük sorunlarından birisi, belki de en önemlisi sığınmacılardır. Sorun olan sığınmacıların olması değil, sığınmacılara karşı bakış açısının sakat olmasıdır.

Sığınmacı, adı üstünde “sığınan” demektir.

Kötü bir durumdan, savaştan, afetten, ölüm korkusundan kaçanlar ve güvenli bir yere sığınanlardır sığınmacı…

Güvenli yer, sığınılan yerdir aynı zamanda.

İslam’da sığınmacı ve sığınılan yeri, yani kucak açanları tarif etmek için “Muhacir-Ensar kardeşliği” benzetmesi var.

Muhacir, sığınan kişi demek.

Ensar, kucak açan kişi demek.

Ve İslam muhaciri değil, Ensar’ı daha önemli kılarak el uzatmanın, merhametin, vicdanın, insanlığın, kucak açmanın, sofraya konuk etmenin, eve davet etmenin önemine dikkat çekmiştir.

Muhacir olmak, kişinin isteğine bağlı değil, bir tercih değil, bir meslek değil, isteyerek, bilerek, arzulayarak alınan bir unvan değildir.

Ancak Ensar olmak, bir tercih meselesidir. Bu da herkese nasip olmaz.

Ensar olmak için önce insan olmak gerekiyor.

İnsan değilseniz eğer, Ensar olmanız asla mümkün değildir.

Yüreğinizde insanlıktan bir nebze de olsa bulunuyorsa, bugün değilse bile yarın Ensar olma şansınız var.

Bir vicdana sahip değilseniz de Ensar olamazsınız.

Merhamet duygularınız körelmişse veya hiç sahip olamamışsanız da Ensar olmanız mümkün değildir.

Kalbiniz taşlaşmışsa, sizden asla Ensar olamaz.

Irkçıysanız da sizden Ensar olmaz.

Faşist bir anlayışa sahipseniz zaten sizden Ensar olmaz…

Ensar olmak için sadece “insan” olmak yetiyor.

***

Dünyanın her yerinde “dışarıdan gelen”e hoş bakmayanlar bulunur.

Bu bir köy de olsa, kasaba da olsa, ilçe veya il merkezi de olsa değişmediği gibi, ülke olsa da değişmiyor.

Ülke genelinde muhacire tepki gösterenler, kendi ülkesinden, bir başka ilden gelen insana da aynı tepkiyi gösterir. Çünkü o kafaların anlayışında “burası doğuştan benim, ilelebet de benim olacaktır.” anlayışı var.

Sanırım böyleleri dünyaya kazık çakan tipler.

Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar.

Başına hiç bela gelmeyeceğini düşünenler.

Evden çıktığı her gün akşam eve sağlam döneceğine inananlar.

Kazaya, belaya, afete inanmazlar.

Savaşın kapılarına kadar geleceğini düşünmezler.

Esir olacaklarını, sakat kalacaklarını, bir yerlere sığınmak zorunda kalma ihtimallerinin olduğunu da düşünmezler.

Düşmeyeceklerini düşündükleri için hep kalkan olmak isterler ama ayağa kalkan, kötülüğe kalkan değil.

Bir başka anlayış daha var bir türlü Ensar olamayanlarda…

Onlar muhacirlere karşı olmadığını söylerler “ama”diye başlayarak olumsuzlukların tamamını onlara mal ederler, eee çünkü onlar da “rahat durmuyor”dur.

Çünkü o tipler, kendilerini kusursuz gördüğü için muhacirlerin de kusursuz olmasını isterler.

Kendileri gökten zembille indiği için, gökten zembille inen sığınmacı ararlar.

Sığınmacıların zengin olmasını isterler, hali vakti yerinde olmalı ama ülkemizde iş yapmamalı.

Eli, yüzü düzgün olmalı ama çok da yakışıklı olmamalı.

Güzel olmalı, kaşı gözü yerinde olmalı ama çok da güzel olmamalı.

Yanımızda az paraya çalışmalı, sigorta falan istememeli.

Ev kirasını yüklüce ödemeli ama evde sesi ve soluğu çıkmamalı.

Çalmamalı, çalışmamalı, konuşmamalı, yürümemeli, gezmemeli, görmemeli, inmemeli, çıkmamalı..mümkünse nefes bile almadan ülkemizde yaşamalı.

Hepsi iyi insan olmalı, dört dörtlük bulunmalı, hırsızı, uğursuzu, ipsizi, sapsızı, namussuzu gelmemeli.

Çünkü bizim ülkemiz “arınmış” bir ülkedir.

Bizde hırsız olmaz, uğursuz olmaz, namussuz bulunmaz, darbeci bulunmaz, zalim olmaz, ipsize rastlanmaz, tacizciyi göremezsiniz, katil olmaz, faizci bulamazsınız, tefeciye rastlayamazsınız, trafikte ufak tartışmayı ölümle noktalayana asla denk gelmezsiniz. Kendi sevgilisini, arkadaşını, eşini, çocuğunu, annesini, babasınıkıtırkıtır kesen insanlar bizde bulunmaz. Dolmuşçular hiç kavga etmez, taksiciler asla didişmez, işçi tartışmaz, memur kavga etmez, patron hak yemez…

O zaman muhacirler de bizim gibi olmalı, tıpkı bizim gibi…

Unutulmasın ki, böylelerine göre ve gerçekten deen iyi sığınmacı ölü sığınmacıdır ama o da mezarlıklarımızı işgal etmediği müddetçe!

Ne yazık ki birçoğumuzun insanlık anlayışı bu kadar; ötesi-berisi yok!