Bugün her zamankinden çok daha farklı uyandım. Farklılığın ne olduğunu çözmem uzun zaman aldı ama bir farklılık vardı, o kesindi. Fark neydi, henüz belli değildi. Ömrüm vefa ederse bugünün farklılığını -en azından- ben öğrenecektim, siz merak edecektiniz.
Pencereden içeriye vuran güneş, sanki “bugün sana daha bir güzel doğuyorum, göğü yırtıyor, bulutları deliyor, dağları aşıyor, şehirleri dolaşıyor, sana geliyorum” diyordu.
Güneşliği çektim, tül perdeyle güneşi baş başa bıraktım. Aramıza tül perdeden de olsa bir mesafe koymak daha mantıklıydı. Güneşle fazla içli dışlı olmaya gerek yoktu, ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Alimallah çarpardı da çarptığının farkına da varmazdım.
Tül perdenin tüllerinin arasından nazlı nazlı süzülen güneş, “hadi yine iyisin, iyisin” dedi, şaşırdım. Ses gerçekten güneşten mi geldi, yoksa kafamın içinden sesler mi çıkmaya başladı, bilmiyorum.
Hazırlanmaya başladım, birazdan iş vardı.
Banyoya geçtim, yüzüme köpük sürdüm, tam jileti yüzüme vuracaktım ki, aynadaki ben bana seslendi, “hadi yine iyisin, iyisin” şaşırdım.
Ben konuşmuyordum ama aynadan yansıyan ben, bana konuşuyordum.
“Herhalde uyanmadım” dedim, kendi kendime. Bunu anlamak için kendimi çimdikledim, uyanmıştım.
Tam bu arada jilet de yüzümde kırmızı bir izle birlikte acı bırakan tökezleme yapınca uyandığımı anladım.
“Hayırdır İnşallah” dedim kendi kendime. Yüzümdeki kesiğe kolonyalı pamuk koydum, bir süre bastırdım.
Hazırlanma faslını hızlı geçmeye ama bir kazaya kurban gitmemeye dikkat ettim.
Banyodan sonra ekmeksiz kahvaltımı edip, kokumu da sürünerek çıktım.
Tam kapıdan adımımı atarken, vestiyerin aynasındaki ben, bana seslendi, “Gözün aydın aynanın karşısındaki ben,hadi yine iyisin, iyisin”.
Şaşırmamak mümkün olmadığından ben de şaşırdım, çok şaşırdım ama üstünde fazla durmadım.
Kapıdan çıktım, ayakkabımı giyiniyordum ki, karşı komşumuzun kapısı açıldı.
O güne kadar bir selamını almışlığım yoktu ama o gün komşumun da güzelliği üstündeydi. “Gözün aydın abi” dedi, merdivenden inip gitti.
Neye gözüm aydındı, söylemedi.
“Günün aydın olsun” demek istemiştir, hava durumu gibi söylenen günaydın var ya işte ondan.
Üstünde durmaya gerek yoktu, ben de üstünde durmadım, altında da ezilmedim.
Birinci kata inerken yöneticimizle karşılaştım.
Bugün de her zamanki gibi şıktı.
70 yaşındaydı ama şıklığından da taviz vermezdi yöneticimiz. Asker emeklisiydi, ara sıra darbecilik oynamayı da severdi. Garibim gerçeğini oynamaya fırsat bulamamış. 12 Eylül’de bile yetki vermemişler, hevesi kursağında kalmış.
Şimdi torunlarıyla darbe yapma ve püskürtme oyunu oynuyor.
Torunu her zaman darbeyi püskürtüyor.
“Gözün aydın komşum” dedi, ardından da “hadi yine iyisin, iyisin. Bakıyorum da yine malı götürdün” dedi.
Estağfurullah çekip, hafifçe gülümseyerek apartmandan çıktım.
Aracıma binerken belediyenin temizlik işçisiyle karşılaştım.
Neredeyse her sabah karşılaşırım, bir aşinalığımız, arada bir de başımızla bir birimize selam vermişliğimiz var ama hiç konuştuğumuzu hatırlamıyorum.
Temizlik işçisinin bugün konuşası tuttu; “Gözün aydın abi” dedi, ben “neye” diye sormadan, garip günün garip sabahında işime doğru yol almak için aracımın kontağına anahtarı taktım. Tam çeviriyordum ki, acele acele yanımdan geçip giden kasabımızın sesini duydum, “Gözün aydın abi”
Merakım gittikçe arttı.
Çocuğum olmamıştı, yeni torunum da geçen ay dünyaya gözünü açmış, dedesine ‘ci’ demişti.
Belki de kendimden habersiz piyango oynadım, üstelik de tutturdum. İlginç olan piyango bileti almadan piyangoyu tutturmam değil, bunu benden gayri herkesin biliyor olmasıdır.
Aracın kontağını çalıştırdım, sağ sinyalimi yaktım, dikiz aynasından arkayı kontrol ettim, tam çıkıyordum ki bizim berber dükkâna doğru giderken selam verdi, “Gözün aydın abi” demeyi de ihmal etmedi.
Üstüme başıma baktım, aracıma baktım. Bende bir değişiklik yoktu ama bu sabah her şey değişikti, herkes bir garipti.
İşyerine gelirken üç yerde kırmızı ışıkta durdum, üçünde de sağımda ve solumda bulunan araçlardan “gözün aydın abi” sesleri yükseldi, çıldırmamak için kendimi zor tuttum.
Haftada bir uğradığım akaryakıt istasyonundaki pompa görevlisi de, kredi kartından yakıt ücretini tahsil eden hanım kızımız da “Gözün aydın abi” dedi, sadece gülümsedim.
Hiç renk vermedim, sesimi çıkarmadım, pot kırarım diye de korktum.
Sahi ya, neye gözüm aydındı, malı nasıl götürmüştüm, nasıl iyi oluyordum?
İşyerine geldim, daha kapıdan giriyordum ki, bizim şirketin valesi önüme atıldı, “Gözün aydın müdürüm, çok sevindim”
Ardından çaycı geldi, aşçı geldi, muhasebe müdürümüz geldi, mesai arkadaşlarım birer birer kapıya döküldü, hep birlikte “Gözün aydın müdürüm, çok sevindik” dediler.
İşte o an bir yerde bir kayış kopma sesi geldi ve ben “neye gözüm aydın ulan, neye gözüm aydın. Bu sabah herkes çıldırdı mı, ne oldu?” dedim. Gerisini çok hatırlamıyorum, gözümü açtığımda patronun yakasını tuttuğumu gördüm.
Emekli maaşıma enflasyon zammı gelmiş, onu diyorlarmış. Niye kızıyormuşum ki, bana da hiç iyilik yaramıyormuş, ne kaba adammışım, hiç naif değilmişim, ne kadar ayıp etmişim. Bak maaşıma yüzde beş nokta birzam gelmiş, bozdurur bozdurur harcarmışım.
Öyle dediler!