Ünlü Rus yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, İş Bankası Kültür yayınlarından çıkan, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisinden Karamazov Kardeşler adlı romanının XXVIII. Baskısı, 324-325. sayfalarında, Türkler hakkındaki kanaatini aşağıdaki şekilde romana yansıtmaktadır:

“İvan Fyodoroviç sanki kardeşinin dediklerini duymamış gibi sürdürdü konuşmasını:

--- Aklıma ne geldi, geçenlerde Moskova’da karşılaştırdığım bir Bulgar Slavların toplu olarak ayaklanmasından ürken Türklerle Çerkezlerin Bulgaristan'ın her köşesinde yaptıkları caniliklerden söz etmişti bana; yani yakıp kestiklerinden, kadın ve çocuklara nasıl tecavüz ettiklerinden, mahpusları kulaklarından duvara çivileyip onları nasıl o halde sabaha kadar beklettiklerinden, güneş doğunca da onları astıklarından ve akıl almayacak daha bir sürü şeyden… Kimi zaman insanda “hayvanca” bir zalimlik olduğundan dem vurulur; ama hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık, bir hakarettir bu. Bir hayvan asla insan gibi zalim olamaz; böylesine ustalıklı, böylesine sanatsal bir zalimlik insanda olur sadece. Bir kaplan yalnızca parçalayıp kemirir. İnsanları kulaklarından duvarlara çivileyip gece boyunca öylece bekletmek, bunu yapabilecek olsa bile aklının ucundan geçmez. Ne diyordum… şu tatlı zevk düşkünlüğünden gözü dönen Türklerin eziyetlerinden çocuklar da nasibini alırmış; onlara ettikleri eziyetler, yavruları henüz analarının karnındayken söküp almaktan, minicik bebekleri şöyle bir yukarı hoplatıp, analarının gözleri önünde süngüleriyle yakalamaya değin varırmış, ki en tatlı hazzı da annelerin gözlerinden alırlarmış. Ah, bir de beni pek çok ilgilendiren bir tablo vardı. Gözünde bir canlandır: Tir tir titreyen annesinin kollarında el kadar bir bebek, etraflarında da içeri giren Türkler… Neşeli bir numara yapmak düşüyor akıllarına: Bebeği okşuyor, gülsün diye gülüşmeye koyuluyorlar ve beceriyorlar da… bebek gülüveriyor. Hemen o anda Türk, tabancasını bebeğin yüzüne doğrultuyor, namlu ile yavrucak arasında yalnız dört verşok[1] mesafe kalmasına dikkat ediyor. Minik oğlan keyifli gülerek ufacık ellerini tabancaya uzatıyor… sanatçımız o anda yavrucağın tam kafasına doğru nişan alarak tetiğe asılıyor, bebeğin kafası paramparça oluyor… Pek sanatsal, değil mi? Bu arada derler ki Türkler tatlıya bayılırmış…

Alyoşa merakla,

--- Bunları ne diye söylüyorsun ağabey?

--- Düşünüyorum da, şeytan yoksa, o zaman onu insan icat etmiştir; hem de kendi benzeri olarak icat etmiştir.

---Tıpkı Tanrı gibi değil mi?

İvan güldü.

--- Sen de Hamlet'teki Polonius’un dediği gibi, taşı gediğine yerleştirmeyi pek biliyorsun. Kendi sözümle yakaladın beni. Ziyanı yok, memnunum. İnsanın yarattığı Tanrı da kendine benziyorsa nasıl bir tanrıdır bilmem. Demin bunlardan ne diye söz açtığımı sordun. Bak; ben belirli olayları, hikayeleri toplayıp yazmaya pek meraklıyım. Gazetelerde okuduklarımı, kulaktan duyduklarımın not eder yazarım. Hayli zengin bir koleksiyonum var. Elbette Türkler ile ilgili hikayeler de girdi koleksiyonuma; ama bunlar hep yabancılar kısmında. Rusya'ya özgü parçalar da var elimde, hem Türklerinkinin yanında âlâ kalırlar. Bizde bilirsin, daha çok dayak, sopa, kırbaç geçer; ulusal bir nitelik kazanmıştır bunlar. Bizde kulaktan çivilemek yoktur; ne de olsa Avrupalıyız, ama sopa, kırbaç öz ve öz malımızdır; elimizden alınamaz. Yabancı ülkelerde dayak faslı kalkmış galiba; ahlak mı düzelmiş, yeni yasalar mı insanlara birbirlerini dövmek için izin veriyorlarmış ne…”

Eserleri Türk okurlar tarafından en çok okunan Rus yazar Dostoyevski bu kanaate nasıl sahip olmuştur? Konu hakkında hangi olaylara şahit olmuştur? Bu bilgilerin teyit edilmesi gerekmektedir. Oysa biz Bulgarların Türklere yaptığı mezalimi, onların isimlerini Bulgarcaya çevirdiklerini, kabul etmeyenleri yerlerinden yurtlarından ettiklerini, birçok kanaat önderini idam ettiklerini biliyoruz.