Aynı yıllarda (1948,1949)
Aynı ilde (Trabzon)
Aynı ilçede (Köprübaşı)
Aynı köyde ( Yılmazlar).
doğdular.
Çocuklukları birlikte geçti.
Çok iyi arkadaştılar.
Birlikte okula başladılar.
Çalışkan idealist bir ilkokul öğretmeniyle eğitim hayatına başladılar.
İkisi de çok çalışkandı.
Biri hukuk fakültesini, diğeri mühendislik fakültesini istiyordu.
İkisi de hedefledikleri en iyi üniversiteyi kazandılar.
Hukuk fakültesini isteyen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandı.
Mühendis olmak isteyen;
girdiği üniversite sınavında
180 sorunun tamamını doğru cevaplayarak,
"İstanbul Fen Fakültesi Elektrik Bölümünü" kazandı ve 4 yıllık okulu 2.5 yılda bitirip "Elektrik Mühendisi" oldu.
Hukuk Fakültesini bitiren
Kaymakam oldu ve akabinde üstün başarılarından dolayı "Türkiye’nin en genç valisi" oldu.
Elektrik Mühendisliğini bitiren "Bakan" oldu.
Aynı yıllarda biri,
"Vali" diğeri de "Bakan" olarak görev aldılar.
İkisi de mangal yürekliydi.
İkisine de " el altından çok uyarı! " geldi.
"Görevinizde kalmak istiyorsanız biraz esnek olun!" dendi.
Uyarılar, tehditler onlara sinek vızıltısı gibi geldi ve adeta idealistliklerini daha da biledi.
"Görevden alınırım korkusu" akıllarına bile gelmezdi.
İkisi de "Devletin bekası ve vatandaşın refahı " için gözünü budaktan esirgemedi;
Mafyadan terör örgütünden,
iç dış şer odaklarından,
zerre miskal çekinmediler.
Korku, onların yabancısı oldukları gereksiz bir duyguydu.
İkisi de "tebdil-i kıyafet" ile halkın arasına karışıp onların gündelik hayatta birebir yaşadıkları problemleri, sıkıntıları bizzat kendi ortamında gözlemleyerek,
çözüm üretiyorlardı.
“Tebdil-i Kıyafet" ile yapılan denetimlerde vatandaşı mağdur eden kurum yöneticilerini anında, korkusuzca görevde almaktan çekinmediler.
İkisinin de ehliyet ve liyakat, olmazsa olmazlarıydı.
Devlet kademelerindeki, ehil olmayan kişilerin eş dost, akraba ayağıyla yapılan atamalar onları adeta hasta ediyordu.
Bu tür atamaların ancak "aşiret devletlerinde" yapılabileceğini, aslında yapılan yanlışı "devlet millet düşmanlığı ile eş değer" olarak görüyorlardı.
Halka karşı çok mülayimdiler.
Temsil ettikleri makamları;
ikbal,
istikbal fırsatı olarak değil,
hizmet aracı olarak görüyorlardı ve bu bakış açılarını da " Halka hizmet Hakk'a hizmettir." sözü ile dile getiriyorlardı.
Tek gayeleri Hakk'ın rızası ve vatandaşın memnuniyeti idi.
"Zorlaştırmayıp kolaylaştırınız, nefret ettirmeyip müjdeleyiniz " hadisini kendilerine rehber edinmişlerdi.
İkisi de
Halka tepeden bakmayı,
işi yokuşa sürmeyi,
“Bugün git, yarın gel.” anlayışını,
”Bürokrasi Hastalığı” olarak adlandırıyorlardı.
İkisi de Devletin gücünü, kendi güçleri gibi görmez.
Aksine,Türk Milleti adına, kendilerine tevdi edilmiş kutsal bir emanet olarak görüp
o emanetten bir çıkar devşirmeyi "hainlik" olarak niteliyorlardı.
İkisi de emirleri altında bulunan çaycısından, müstahdeminden tutun da değişik kademede bulunan herkesi, devlet çarkını işleten dişlinin vazgeçilmez birer parçası olarak görürler,
kendilerinin özel hizmetçisi olarak görmezlerdi,
İkisi de MAKAM ARABALARINI ÖZEL İŞLERİNDE kullanmazlardı,
İkisi de görevlerini ibadet vecdiyle yapar,
tembelliği,
uyuşukluğu,
zorlaştırmayı,
"devlete millete vefasızlık" sayarlardı.
"Deprem olan illerde “Kriz Yönetimini” iyi yönetememek vb. durumlar nedeniyle genelde valiler görevden alınır.
Valimiz, Erzincan’a 1991 yılında atanmıştı.
1992 Erzincan depreminden sonra Valimiz o ilde tam 7 yıl daha kalmıştır.
1992 Erzincan Depremi nedeniyle ile Erzincan’a gelen bakanların peşinde;
" Zaman kaybı olur, hizmeti aksatır" diye dolaşmadı ve Bakanlara eşlik etsin diye yardımcısını görevlendirdi.
Bu uygulama, siyasi ve idari tarihimizde bir ilk idi.
Birçok hükümet zamanında böyle bir " kendini bilmezlik" cezasız kalmaz, bu tutumu” bakana tepki, hükümete muhalefet, başbakana asilik” gibi nitelendirilir, “falan parti, falan fikir ile ilişkilendirilir, konu mecrasından çıkarılır ” ve daha bakan Ankara’ya dönmeden vali merkeze alınırdı.
Bu olmadı çünkü çok başarılıydı, halk seviyordu,
Milletin inancına,
mezhebine,
meşrebine karışmaz;
etnik kökenlerine,
siyasi düşüncelerine bakmazlardı.
Onlar için tek ölçü: ”Halka hizmet, Hakk’a hizmetti.”
İkisi de korumalarıyla dolaşmayı sevmezlerdi.
İkisi de protokolü sevmezdi.
İkisi de
Halkla iç içe olan,
kendilerini halktan birileri olarak gören,
popülizmden uzak,
gerçekçi ve çözümcü,
tam bir devlet adamlarıydı.
Kalpten kalbe yol vardır sözünde vurgulandığı gibi her iki muhteşem şahsiyeti de halk bağrına bastı, kendilerinden biri saydı, birine “ Süper Vali”
diğerine de
Halkın TBMM’nin aydınlık yüzü
“Dürüst Bakan” adını verdi,
Valiyi beyazperdeye yansıtıp Vali adında sinema filmi ile *Köprü” adında dizi film yaptılar.
Bakanın adına İsmail Türüt’ün yaktığı türkü cümlenin malumudur.
İkisinin de evliliklerinde 3 çocukları oldu.
İkisi de çocuklarından birinin adını Mehmet kurdu.
Sonları da aynı oldu:
İkisi de trafik kazasında hayatlarını kaybettiler.
İkisi de hayatı üniversitelerde
tez ve araştırma konusu oldu.
Haklarında sayısız “makale” yazıldı.
Dünyalık biriktirme peşine düşmeyen bu hakiki iki devlet ricali:
AİLELERİNE MİRAS olarak;
katlar,
yatlar,
orman arazilerinde villalar,
banka hesaplarında milyonlar, bırakmadı ve ESAS MİRASI milletimize bıraktılar:
çalışkanlık,
dürüstlük,
şeffaflık,
alçakgönüllülük,
korkusuzluk,
ehliyet ve liyakat,
devletine ,milletine karşı vefa,
hakkaniyet,
adalet,
eşitlik vb…
TBMM’nin aydınlık yüzü Adnan Kahveci, 5 Şubat 1993 yılında kendisinin kullandığı özel otomobili ile Bolu Gerede’de, trafik kazasında hayatını kaybetti.
Süper Vali Recep Yazıcıoğlu ise 8 Eylül 2003 günü, göz tedavisi için “Devletin Makam Arabasını kullanmayarak “arkadaşının otomobili ile Ankara’ya giderken Eskişehir/Ankara yolunda trafik kazasında vefat etti.
Yakın tarihimizin bu muhteşem ikilisinin trafik canavarına yenik düşmesi ile ilgili şüpheli ölümlerinin üzerindeki sır perdesi hâlâ çözülemedi.
Her ikisinin de rol model, paha biçilemez örnek şahsiyet olarak her derecedeki okulların ders kitaplarında yer alması, yeni nesiller üzerinde çok olumlu etkiler bırakacağı kanısındayım.
Milletimizin yarınlarının daha emin ellerde olması için Rabb'im, bu tür kişilerin sayısını artırsın ve her ikisinin de mekânını cennet eylesin inşallah.