Genel Başkan Özgür Özel, “Buradan Devlet Bahçeli’ye de Erdoğan’a da sesleniyoruz. Ağzınıza dolamışsınız. DEM, DEM, DEM. Milletin derdi DEM değil zam, zam, zam.  Bu zammı alacağız” dedi. Genel Başkan Özel ayrıca, “Davetim üniversite öğrencilerine. Davetim Halkçı Liselilere. Davetim kadınlara. Davetim gençlere. Davetim plazalarda çalışan, emeği sömürülen beyaz yakalılara. Davetimiz genciyle yaşlısıyla, Alevisiyle Sunnisiyle, Kürdüyle Türküyle bu memlekette yaşayan bütün güzel insanlara. Hep birlikte sandıkta buluşacağız, ülkemizi dürüst, çalışkan, temiz yerel yönetimlerle buluşturacağız” ifadelerini kullandı.
Konuşmasına, sekizinci ölüm yıl dönümü geride kalan eski TBMM Başkanvekili Kamer Genç’i anarak başlayan Özel, “Biz, ilk milletvekili olduğumuz günlerde Kamer Bey’in yakınında oturmak, sohbet etmek, onunla fotoğraf paylaşmak, biz genç milletvekilleri için kolay kolay elde edemeyeceğimiz bir heyecandı. Sonra Kamer Ağabeyle 4 yıl boyunca birlikte çalıştık. Sonuna doğru hastalandı. O süreçte hep onunla birlikte olan bizlere ‘Bakalım seneye beni nerede bulacaksınız, ben aranızda olmam’ dediğinde söz vermiştik. 2016 yılının 22 Ocak’ında 2,5 metre karın, tipinin altında ona söz verdiğimiz gibi Nurettin Demir, Veli Ağbaba ve ben ellerimizle onu toprağına grubumuz adına teslim ettik. O günden bu güne her 22 Ocak’ta biz oradayız. Her 22 Ocak’ta grubumuzdan çok sayıda arkadaşımız orada oluyor. Biz hem Kamer Ağabey’e özlemimizi ve vefamızı dile getiriyoruz. Hem söylediği sözün arkasında duran, bir kelime eksik konuşmayan, bir adım geri atmayan, bir santim eğilmeyen çünkü biz bir santim eğilirsek birilerinin bu milleti diz çöktüreceğini bilen, hem kararlı, güçlü, inatçı siyasetin timsali. Cumhuriyet’in ne demek olduğunu hepimize hatırlatan bir hayat hikayesini orada tekrarlıyoruz. 1940’ta doğuyor Kamer Genç, ilkokul çağına kadar kendi deyimiyle keçi kovalıyor. ‘Sonra bir karar verilir burada’ diyor, ‘Çocuk keçinin peşinden mi gidecek, okula mı gidecek’ diye. ‘Ben’ diyor ‘Okula gittim.’ Karda kışta, yürüyerek gidiyor. Senelerce yatılı okulda kalıyor. Ama en sonunda 1940’ta Tunceli’nin Nazımiye ilçesinin Ramazan Köyünden bir çocuk çıkıyor ve geliyor Danıştay’da tetkik hakimi, TBMM’de milletvekili oluyor. Aslında Cumhuriyetin, coğrafyanın dezavantajlarına rağmen nasıl bir fırsat eşitliği yaratabildiğini hepimize gösteriyor. Bugünlerde ise aynı mahallede belki doğan ama bir tanesi mahallenin gecekondu kısmında, bir tanesi yeni yerleşime açılmış yeni bloklarda doğan iki çocuk birbiri ile aradaki farkı kapatamayacak kadar geriden başlıyor. Bugün gelen bu eşitsizliği 1940’ların Ramazan Köyündeki Kamer Genç’in hayat hikayesini görünce Cumhuriyetin ne demek olduğunu, Cumhuriyetin kazanımlarının ne demek olduğunu, Cumhuriyete halkçılık ilkesi üzerinden sarılmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz. Ben Kamer Genç’i hepimiz adına bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum. Diyorum ki, ‘Yaşasın cumhuriyet.’” İfadesini kullandı. Özel, şunları kaydetti:
“Milletin derdi yüksek fiyatlar ve enflasyon”
“Çok gündem var, burada grup toplantısı 2 saat sürebilir. Eğer Tayyip Erdoğan’ın söylediklerine cevap verme meşguliyetine girersek. 1 saat de Devlet Bey için konuşuruz. Ama milletin derdi ne Tayyip Bey’in, ne Devlet Bey’in söyledikleri. Milletin derdi yaşam derdi. Milletin derdi geçim sıkıntısı. Milletin derdi yüksek fiyatlar ve enflasyon. O yüzden Tayyip Bey’in hakaret, polemiklerini ve Devlet Bey’in hakaretlerini, iftiralarını bir kenara bırakıyoruz. Biz milletin derdi ile dertlenmeye, onları bu kürsüden dile getirmeye devam edeceğiz. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 22’nci yılında ülke her konuda kötü yönetiliyor. Buna şüphe yok. En büyük problem mutfakta. En büyük problem mutfaktaki, cüzdandaki yangın. Ayın sonunun gelmemesi, alınan maaşların yetmemesi, hatta artık bir yerden alınan borçla, eski borçların kapatılmaya çalışılıp artık döndürülemez hale gelmesi… Yurttaşlarımız kötü ekonomi yönetiminin aldığı kararlar sonucunda her geçen gün biraz daha fakirleşiyor, yoksullaşıyor. En büyük zorluğu da bugünlerde çokça dile getirmek zorundayız. Emeklilerimiz çekiyor. ‘En büyük zorluğu onlar çekiyor’ deyince oradan bir emekli alkışa başladı. ‘Emekli olduğum için sana teşekkür ediyorum’ diyor. Tayyip Erdoğan, 2024 yılını emekliler yılı ilan etmişti. Ancak 2024 yılı adeta iktidarın emeklilerle dalga geçtiği, alay ettiği yıl haline dönüştü. Herkes sıkıntıda elbette ama en çok rahat etmesi gerekenler en büyük sıkıntıda. Kim en çok rahat etmesi gerekenler? Yıllarca çalışıp bu devlete ve millete öğrenci yetiştiren öğretmenler, sınır boylarında bayrak dalgalansın diye görev yapan askerler, uzman çavuşlar. Kim bu emekliler? Hepimizin karının doyuran aşçılar, hepimizin üstünü giydiren terziler, hepimizin çocukları okulda okuduktan sonra ayrılınca hademeler, müstahdemler, görevliler. Bindiğimiz otobüsleri kullanan şoförler. Hepsi emekli oldular. Yıllarca bu ülkeye hizmet ettiler. Kimi masa başında dirsek çürüttü, kimi alnının terini sokaklara döktü. Gün geldi emekli oldular. Rahat etmeleri lazım, rahat ettirilmeleri lazım ancak rahat edemiyorlar. Her geçen gün biraz daha kötüye gidiyorlar. Kimin yüzünden? Birincisi TÜİK yüzünden. TÜİK kim Tayyip’i Üzmeyen İstatistik Kurumunun baş harflerinden oluşan Türkiye İstatistik Kurumu, güya hepimiz adına adil şekilde Türkiye’de sahadan istatistik toplayacak, TÜİK’in belirlediği enflasyona göre emekliye zam verilecek, çalışana zam verilecek. TÜİK enflasyonu geçen sene için yüzde 64 olarak açıkladı. Bakın şimdi ilk önce, hepimiz adına bu bilgileri topluyor ya. TÜİK yüzde 64 belirledi enflasyonu bakalım 1 yılda emekli, çalışanın para ödediği örneğin dana eti yüzde 143 zamlanmış, koyun eti yüzde 157, tavuk eti 181, zeytinyağı yüzde 180, patlıcan yüzde 123, zeytin yüzde 141 zamlanmış. TÜİK hesap yapmış enflasyon yüzde 64 demiş. Gerçek enflasyon hesaplandığında yüzde 127. Yarı yarıya fark var. TÜİK’in hesaplarına göre memur emeklisine yüzde 49 zam yapıldı, en düşük emekli maaşına da yüzde 33 zam yapıldı.” 
Emeklinin cebinden çalınan paralar
“Geçen hafta gösterdim, emekliler ısrar ediyorlar, ‘Göstere göstere anlat’ diye. Bakın, 6 aylık enflasyon. Normalde yüzde 60’ın üzerinde. TÜİK’e göre yüzde 37. Tayyip Erdoğan diyor ki ‘Enflasyona emeklimizi ezdirmedik.’ Enflasyon yüzde 37’yken en düşük emekli maaşı 7 bin 500’den 10 bin liraya çıktı, yüzde 33 artışla. Hiçbir şey olmasa, TÜİK yalan atıyor olmasa, bütün rakamlar doğru olsa enflasyon yüzde 37’ken en düşük emekli maaşına yapılan zam yüzde 33. Burada emeklinin cebinden nasıl para çalındığını hep birlikte görüyoruz. Ama esas mevzu şu. Geçen hafta gösterdim, dedim ki ‘En düşük emekli maaşı 7 bin 500 lira ve bu hafta zam yapılacak. Recep Tayyip Erdoğan geldiğinde en düşük emekli maaşı asgari ücretin yüzde 147’si kadardı. 2002 yılında. Şimdi eğer yüzde 147 olsa 25 bin lira olması gerekir, şu anda dedim yüzde 44’ü kadar. 7 bin 500 lira. Bunu en azından asgari ücret yapalım.’ Dinlemedi ve 10 bin lira yaptı. Bütün emeklilere gösteriyoruz. Bugün asgari ücret 17 bin lira. Tayyip Erdoğan’ın geldiği günkü oran konulsa 25 bin lira alacaktınız. Ama bugün onun verdiği zam 10 bin lira. Bütün emeklilere sesleniyorum. Geçtiğimiz Cuma çok sayıda emekli ile bir aradaydık, onlarla da bunu konuştuk. Buradan bütün Türkiye’deki emeklilere sesleniyorum. Bu açlık, sefalet, yoksulluk ücretini, bu sizi manavın önünden geçemez, markete gidemez hale getiren bu ücreti kabul etmeyin. İlk talep, bu hafta grubumuzun Meclis’te ve komisyonda üzerinde duracağı ilk hedef 17 bin liradır. En düşük emekli maaşı 1 asgari ücret olana kadar mücadele edeceğiz.
“Dem değil zam”
“Buradan Bahçeli’ye de Erdoğan’a da sesleniyoruz. Ağzınıza dolamışsınız. DEM, DEM, DEM. Milletin derdi DEM değil zam, zam, zam.  Bu zammı alacağız. Emeklinin 10 bin lira yaptığını bu zammı, ilk evvel 17 bin liraya çıkarana kadar Türkiye’deki bütün emekliler ve CHP’liler iki elimiz yakanızdadır. Yakanızı bırakmayız, bu zammı alacağız. 10 bin lirayı başarı gibi anlattılar. Çıktık bu konudaki tepkimizi dile getirdik. 10 bin lirayı çok önemli zammış gibi gösterdiler. Şimdi eminim ki bu itirazlar üzerine bir düzeltmeye yeltenecekler. Öyle 1-2 bin lira seyyanen zammı kabul etmiyoruz. En düşük emekli maaşını asgari ücret yapacak, 7 bin liralık zammı alana kadar bütün emeklileri mücadele ve direnişe davet ediyorum.”
“AK Parti eliyle tencereden çalınanlar”
“Değerli emeklilerin durumun görmek için şuna bakalım. Ocak 2003’te en düşüm emekli maaşı 332 milyon lirayken, 6 sıfır atılmadan önce. 2024’te Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘müjde’ diye verdiği ve gelecek ay verilecek 10 bin lirayla, 332 kilo makarna alıyormuş emekli. Tayyip Erdoğan geldiğinde, şimdi 222 kilo alıyor. 166 kilo pirinç alabiliyormuş emekli maaşıyla şimdi 126 kilo alabiliyor. 90 kilo beyazpeynir alırken 80 kilo alabiliyor. 2 bin 553 yumurta alırken 1834 yumurta alıyor. 55 litre zeytinyağı alırken 44 litre zeytinyağı alıyor. 37 kilo dana eti alırken, 30 kilo dana eti alıyor. İşte hesap ortada. AK Parti eliyle 22 yılda emeklinin tenceresinden çalınan 110 kilo makarnadır, 719 adet yumurtadır, 40 kilo pirinç, 11 litre zeytinyağı, 10 kilo beyaz peynir, 7 kilo dana etidir. Eğer Tayyip Erdoğan geldiği zamanki kadar emekli maaşı verseydi, bu kadar fazlası herkesin mutfağında, buzdolabında, kilerinde olacaktı. Recep Tayyip Erdoğan emeklinin mutfağından, kilerinden, sofrasından bunları çalmıştır. Herkes görsün ve kararını ona göre versin. ‘Bir ülkenin ne kadar gelişmiş olduğu o ülkenin yaşlıları ve emeklilerine verdiği kıymetle ölçülür.’ Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşlılar için söylediği en önemli söz, yaklaşım. Senin ne kadar medeni olduğun yaşlını, emeklini ne kadar rahat ettirdiğine bağlıdır. Almanya’da devlet Türkiye Cumhuriyeti de devlet. Almanya’nın da emeklisi var, Türkiye’nin de emeklisi var. Almanya’da Hans çalışıyor, emekli oluyor, aldığı emekli maaşıyla her sene biniyor Berlin’den uçağa, iniyor Antalya’da. Gidiyor Manavgat’a tatilini yapıyor. Bizim emekli Hasan Ziraat Bankası’ndan maaşı çekiyor, bırak Manavgat’a gitmeyi, manava gitmeye korkuyor. Hollandalı Ursula’yı Urla’da tatil yaptıranlar var, bizim Ünzile abla emekli olduktan sonra çocuk bakacak, evlere gidecek, çamaşır yıkayacak, temizlik yapacak. Bizim Ünzile ablamızın hakkını da Hasan amcamızın hakkını da savunmak sosyal demokratların, CHP’nin boynunun borcudur. Recep Tayyip Erdoğan geçen hafta, yani yüzde 33 zam yapıp, 7 bin 500’ü 10 bin yaptı, yüzde 5 iyileştirme yaptı ya, döndü dedi ki ‘Bunun bize getirdiği yük 200 milyar lira.’ Kardeşim yük dediğin bu ülkenin milyonlarca emeklisine insanca yaşam değil de sürünmek, açlık, sefalet çekmek üzerinden reva gördüğün rakamın toplamına yük diyorsun. Ama 1 senede kur korumalı mevduata ödediği para tam 800 milyar lira. Adamın parası var, ‘Paramı TL’ye güvenmiyorum, dolar alacağım’ diyor. ‘Aman alma’ diyorlar, dolar fırladı, 20 lira oldu, 30 lira olur. Alma onu 20 lirayken, 18 lirayken dolar 20 olmasın diye. ‘Ne yapayım’ diyor, ‘Ben sana faiz vereyim, dolar çıkacak olursa da aradaki farkı cepten vereyim. O aradaki farkın garibanın, çalışanın, emeklinin cebinden verilmesi, yani hepimizin cebinden verilmesine kur korumalı mevduat’ diyoruz. Parasına para katanlar, ‘Faiz yetmez döviz farkını da isterim’ diyenlere verilen para 800 milyar lira, bütün emeklilere verilen 200 milyar lira. Bir de ‘200 milyar liraya sırtıma yük oldunuz’ diyen Recep Tayyip Erdoğan var ortada.
“Yeni emeklinin maaşını eskiye ödetiyorlar”
“Her ülke emeklisine milli gelirden bir pay öder. Nüfus yaşlandıkça, emekli sayısı arttıkça bu pay artar. Bu bütün dünyanın yaşadığı bir gerçekliktir. Türkiye’de 3 sene önce emeklilere ödenen toplam para milli gelirin yüzde 7’siydi. Üstüne 2,5 milyon EYT’li emekli geldi. Bu rakamın ne olmasını beklerdiniz, yüzde 8-9’a çıkmasını. Kaç olmuş? Bu sene yüzde 5. Yani nasıl bir sistem var? Yeni emeklilerin maaşını eski emeklilere ödeten bir sistem var. Emeklinin cebinden her sene para çalıp, yeni emeklinin maaşını mevcut emekliye ödeten bir sistem var. Türkiye’de milli gelir artarsa, gelir artarsa, refah artarsa ama bir tek emekliye yapılan artmazsa işte bugünkü sefalet tablosu ortaya çıkar. Sorunun başladığı yer de bitirilecek yer de açıktır. Açıkça söylüyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi 2015 yılında 5510 sayılı yasayı değiştirerek, prim güncelleme kat sayılarını, aylık bağlanma oranlarını, aylıkların alt sınırlarını düşürdü. Öyle olunca bütün emekli maaşları hızla erimeye başladı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin emekliyi yoksullaştırması, krizden, zorluktan olan bir şey değil. Kardeşim o günden bugüne ‘Milli gelir 4 bin liradan 10 bin lira oldu’ diyorsunuz, hedef 23’tü ama 10 bin oldu diyorsunuz. Emeklinin cebindeki para 25 bin olacağına, 10 bin liraya düşüyor. Burada emekçiler ve emekliler bilerek, isteyerek yoksullaştırılmaktadır. Bugün yapılması gereken ilk iş en düşük emekli maaşını asgari ücrete endekslemektir. En düşük maaşı genel ücret halinden, hem asgari ücrette hem de emekli maaşında çıkarmaktır. Üçüncü iş, bir iş çözülecekse yırtıldığı yerden dikilir. Şöyle yapacağız, prim güncelleme kat sayıları tekrar artırılmalıdır, aylık bağlama oranları artırılmalıdır, aylıkların alt sınırı artırılmalıdır. Bunlar yapılmadığı taktirde emeklilerin iki yakasının bir araya gelmesi mümkün değildir. Biz CHP Grubu olarak Meclis’te yapacağımız tüm çalışmalarda, vereceğimiz tüm önergelerde hem en düşük emekli maaşını yükseltilmesi için, hem de bundan sonra emeklilerin sefalet ücretleri almaması için gerekli önergeleri vereceğiz. Bütün emekliler dönsün, Meclis’e baksınlar. O çok milliyetçi MHP bu milletin emeklilerin zenginleşmesi, durumunun düzelmesinden yana mı oy kullanacak, emekliler sürünsün diye mi oy kullanacak? O çok milliyetçi, muhafazakar Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekilleri, emeklinin yüzü gülsün diye mi oy kullanacak, emekliler sürünsün diye mi oy kullanacak? Hepiniz göreceksiniz ki CHP Grubu, halkın, cumhuriyetin grubu, emeklilerin arkasında duracak ve onlar için oy kullanacak. Biz emeklinin ve emekçinin sorunlarını yılmadan, usanmadan, bıkmadan tekrar edeceğiz. Buradan bütün örgütüme, bütün milletvekillerimize, sesimizin ulaştığı, sözümüze değer veren herkese şunu söylüyoruz. Lütfen tekrar edin, bizden duyduklarını tekrar edin. Emekli hak ettiğin alsa 25 bin lira alacaktı, bu maaşı hak etmiyor. CHP bu konuda önerge veriyor, bunlar reddediyor. Emekli maaşının 17 bin lira olmasıyla ilgili bunu kahvelerde, ev gezmelerinde, fabrikalarda, tarlalarda tekrar edin. Çünkü tekrarın gücü önemli. Onlar hırsızlarına sahip çıkarken, biz doğrulara, dürüstlere sahip çıkmaktan geri durmamalıyız. Bugün Recep Tayyip Erdoğan çıksa 2 kere 2, 5 eder dese anında açıklama yapar AK Parti’nin il başkanları. ‘Reisimiz kerrat cetvellindeki tarihi hatayı düzeltti. Bugüne kadar yanlış yapılıyormuş’ derler. Devlet Bey çıkar der ki prompterden okuyarak, ‘2 kere 2’nin 5 ettiği MHP’nin terk edemeyeceği bir davasıdır’ der, hep beraber 5 derler. Adamlar yalanı, haksızlığı, hukuksuzluğu, kandırmacayı tekrar ederken örgütümden doğruları tekrar etmesini, emeklinin ve emekçinin hakkını savunmasını, savunduklarını anlatmasını bekliyoruz. En düşüm emekli maaşı 17 bin lira olana kadar susmak yok. Tekrara devam.”
“Memlekette temizlik oluyor sanmayın”
“Geçmişte yaptığımız ve karşılıksız kalmış bir çağrıyı hatırlatmak durumundayım. Malum memleket suç cenneti. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’yı dikkatle takip ediyorum. Sosyal medya hesabından basit bir hesap yaptık. Ayrı ayrı yaptığı açıklamalardan şu net olarak ortaya çıkıyor. Ali Yerlikaya’nın bakanlığı döneminde 126’sı kırmızı, 5’i mavi bültenle aranan toplam 236 yabancı suçlu Türkiye’de yakalanmış. Bu önemli bir rakam ama bir gerçeklik var, bu 236 uluslararası suçlu, uyuşturucu baronu, insan kaçakçısı, mafya lideri kimin zamanında gelmiş? Peki. Süleyman Soylu’nun zamanında gelmiş. Peki bu Süleyman Soylu’yu atayan o dolma kalem, o kalemin mürekkebi kime aitmiş? Ali Yerlikaya’yı kim atadıysa aynısına aitmiş. Sakın ha Ali Yerlikaya’nın döneminde yakalananlara bakıp da memlekette temizlik oluyor sanmayın. Memleketi bu pisliğe, burasına batıranlar da o Süleyman Soylu, onu atayan dolma kalem, o mürekkebin sahibi 3 kelime ile Recep Tayyip Erdoğan’dır. Dedim ki ‘Ey Recep Tayyip Erdoğan, bu pislikten partinin kurumsal olarak ve senin şahsen sorumlu olmadığını söylüyorsan, getir soruşturma önergesini Süleyman Soylu hakkında imzalayalım. Meclis soruştursun, Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla bu kişiyi yargılasın.’ Bunu yapmıyorlar. Soylu dönemiyle ilgili hesaplaşmayı kapalı kapılar ardında, hesap sormayı kendi yöntemleriyle yapıyorlar. Hukuk devletinde kapalı kapılar ardında hesaplaşma olmaz. Bakansa hesabı Yüce Divana verecek. Recep Tayyip Erdoğan buradan, hem bu uluslararası suçlular için, hem de Ayhan Bora Kaplan bunu Tayyip Erdoğan’ın önüne koyun, çok biliyor ve duyuyor da. Ayhan Bora Kaplan, Süleyman Soylu. Ankara’daki eğlence merkezleri ve devletimize emanet edilmiş kimsesiz çocuklar üzerinden önümüzdeki dönemde altından kalkamayacağınız, altında kalacağınız o rezaletler ortaya dökülmeden evvel ya Süleyman Soylu’nun gereğini yaparsın ya da bu pislik ve rezaletten bizzat sorumlusun.”
“DDK’nın merkez bankası için harekete geçmesi lazım”
“Merkez Bankası krizimiz var. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Türkiye Cumhuriyeti’nin en köklü kurumu. 1930’da kuruldu, savaş meydanında kazanılan zaferin ekonomik zafere dönüşmesi niyetiyle, amacıyla kuruldu. Atatürk’ün deyimiyle şimdi ekonomik zaferler kazanmak lazımdı, Merkez Bankası’nı kurdular. Kanunu var. Kuralları var, sağlam geleneği var. Bu kurum kanunu gereğince 5 yılda 1 tane başkan değiştirmesi gerekirsen, son 5 yılda 4 tane başkan değiştirdi. Özerk olması gerekirken, ‘Başkanı laf dinlemiyordu, ondan değiştirdim’ gibi hepimizi dünya önünde de küçük düşürecek yaklaşımlarla değiştirildi. En son iyi yetişmiş, dünyanın çeşitli ülkelerinde önemli görevler yaptığını ifade ettikleri bir hanım efendi, Gaye Hanım bankanın başına getirildi. Ne oluyorsa oluyor bankada. Bir süredir Gaye Hanımın ailesi, babası, küçük çocuğu üzerinden bir şeyler yapılıyor. İddialar gerçekse durum çok vahim. İddialar yalansa durum yine çok vahim. Bu kurumun derhal ilgili denetleme mekanizmalarının, teftiş kurullarının harekete geçmesi, gerekirse Devlet Denetleme Kurulu’nun harekete geçmesi, hızlı şekilde tahkikatın yapılıp bu tartışmanın bitmesi lazım. Öbür türlü Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kendi iç çekişmelerinin, kendi vesayet savaşının Merkez Bankasında yürütüyor olması bu kurumu yıpratmaktadır. Bu kurumun yıpranması Türkiye’nin yıpranmasıdır. Bu kurumun itibar kaybetmesi, Türkiye ekonomisinin yurtdışında itibar kaybetmesidir. Siz kendi getirdiğiniz, ala ile bala ile getirdiğiniz üst düzey bürokratı kendi gazetelerinizin manşetlerinden, kendi trollerinizin paylaşımlarıyla yıpratarak istifaya zorlarsanız yarın bu kurumun başına gelecek yetişmiş insan kaynağını da bulamazsınız. Bu kurumu bu hale getirirseniz, bu kurumun yurtdışındaki muhatapları önünde ciddiye alınmasında önüne geçersiniz. İsimler, vitrin değişiyor ama anlayış değişmediği için ne kriz bitiyor, ne sıkıntılar bitiyor... Anlayış 5 yılda 4 kez Merkez Bankası değiştiren, özerk olacak, aldığı kararları aldığı eğitime göre verecek olan kadrolara laf dinlemiyor diye, başına buyruk davrananlar diyerek, yerine siyasi atama yapanlar yaşananların baş sorumlusudur. Merkez Bankasını dikkatle takip etmeye devam edeceğiz.”
“Bu ülkenin gerçek beka sorunu…”
“Bu ülkenin en büyük beka sorunu Tayyip Beye sorarsan CHP, Devlet Bahçeli’ye sorarsan İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Millet biliyor ki bu ülkenin bir tek beka sorunu var. O beka sorunu şu, burası dünyanın en güzel ülkesi. Üzerinde dünyanın bütün ülke ve güçlerinin hesap yaptığı, hayal kurduğu doğrudur ama bu beka sorunu değildir. Çünkü bunu 100 yıl önce de yaptılar, 7 ordu gelip istila yaptılar. Samsun’a çıktık, Sivas’a gittik, Erzurum’a gittik, Ankara’ya geldik, hepsini birden bu memleketten def ettik. Yarın ihtiyaç olursa aynısını yaparız, çünkü bu ülkenin istiklaline, istikbaline göz dikenlerin karşısında Recep Tayyip Erdoğan söylüyor diye havaalanına gidip, perdelik kumaştan kot üstüne kefen çekenler değil dedeleri Çanakkale ve Conkbayırı’nda kefensiz yatanlar var. Beka sorunu olursa kefensiz yatanların torunları burada.  Allah’tan kefensiz yatanların torunlarında bu azim, inanç, bu kararlılık, gözlerinizde bu inanç var. Yoksa kot üstüne kefen çekenler işe girerse, milliyetçi onlar, ihale alırlarsa milliyetçi onlar. Şuraya bakın yahu. 40 yıldır iktidarda olmayanlar gözlerinde ateş saçarak Cumhuriyeti ve vatanı savunuyorlar. Öbür tarafta sözde milliyetçiler işine gelince Habur’da karşılama yapanlar, Oslo’da pazarlık yapanlar, olmadık yerde olmadık anlaşmayı imzalayanlar, bunlar şimdi milliyetçi olmuş. Dönüyorlar bizim kadrolarımıza da laf ediyorlar. Günü gelirse bu ülkeyi kimin savunacağı, koruyacağı ortada. Bir gerçek beka sorunu var ki bunu bir şekilde alt etmemiz lazım. Gerçek beka sorunu o 7 düvel bu ülkede hayal kurarken, bu güzel ülkenin gençlerinin dünyanın başka ülkesinde hayal kurmasıdır. 4 gençten 3’ü, yüzde 76 gencimiz ‘İmkan olursa yurtdışına gitmek isterim’ diyordu.
“931 çocuk, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti”
Oksijen Gazetesini elime aldım. Sevgili Zafer Mutlu çok önemli bir gazeteciliğe inatla devam ediyor ve okuduğum bir haber, endişelerimi bir kat daha artırdı. Geçen sene, bir yıl önce Alman Lisesinden mezun 124 öğrencinin 122 si, İstanbul Erkek Lisesinden mezun 166 gençten 133’ü Avusturya Lisesinden mezun 75 mezundan 74’ü üniversite için yurtdışını tercih etmiş. Robert Kolej mezunlarının yüzde 62’si, Galatasaray Lisesi mezunlarının ise yüzde 35’i kalıcı olarak yurtdışında yaşıyorlar ve çalışıyorlar. Bu rakamlar gerçekten Türkiye’nin beka sorunudur. Hepiniz biliyorsunuz, etrafınızdaki 4 gençten 3 tanesi ‘Fırsatını bulursam yurt dışına gitmek isterim’ diyor. İşte bizim görevimiz, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin aslında baş görevi bu ülkenin güzel gençlerine bu ülkede hayal kurdurmaktır. Bütün dünyanın üzerinde hayal kurduğu bu memleketin gençlerinin dünyanın öbür ucunda hayal kurmalarına izin vermeyeceğiz. Gençlerimize de geleceklerine de hep birlikte sahip çıkacağız. Hayalleri yurtdışında bile olamayan, hayalini bile kuramayan gençlerimiz de var. Güvenilir raporlara göre Adalet ve Kalkınma Partisinin dönemin en az 931 çocuk işçi, iş cinayetleri sonucunda hayatını yitirdi. Milli Eğitim Bakanlığının Mesleki Eğitim Merkezleri Projesi çerçevesinde çocuklarımız haftanın bir günü okulda dört günü staj adıyla fabrikalarda ya da işyerlerinde çalışıyorlar, orada geçiriyorlar. Bu konuyla ilgili bakanlık övünerek istatistikler yayınlıyor. Şunu ifade edelim elbette teknik liselerin Endüstri Meslek Liselerinin pratik eğitimlerini pratik sahada vermeleri doğrudur önemlidir. Yatkınlık ve yetkinlik eğitimleri önemlidir. Öğrencinin tornavida tutmayı öğrenmesi, araç gereci öğrenmesi, elinin yatkınlaşması önemlidir ama bu stajdır meslek edindirmedir. Bunu Türkiye’de ucuz çocuk işçiliğine dönüştüren bir anlayış var. Buna temelden itiraz ediyoruz. Bakın geçen hafta Arda’nın hikayesi. Arta Tombul. Daha 14 yaşında. Staj yaptığı demir çelik fabrikasında kafası sac bükme makinesine sıkışıyor, on altı dakika boyunca Arda kurtarılmayı bekliyor. Fabrikada o alanda yalnız bırakıldığı için on altıncı dakikanın sonunda hayatını kaybediyor. Ömer Çakar 17 yaşında klima montajı sırasında çatıdan düşerek hayatını kaybetti. Zekai Dikici 16 yaşında çalıştığı inşaatın 5. katından elektrik döşemesi işi yaparken düştü, hayatını kaybetti. Ulaş Dumlu 17 yaşında. Arızayı gidermek için çıkarıldığı elektrik direğinden dengesini kaybederek düştü, arıtma havuzunda hayatını kaybetti. 17 yaşındaki Emre Koç stajyer olarak çalıştığı mobilya atölyesinde devrilen suntaların altında kalarak feci şekilde can verdi. Meslek liselerindeki çocukların çalıştırılması değil, yetiştirilmesi gerekir. Bu çocuklar yetkinlik kazanırken, yatkınlık kazanırken, meslek öğrenirken bu çocukların iş kazalarına kurban gitmesi, çalıştırılmaması gereken ağır, tehlikeli ve çok tehlikeli işlerde asla çalıştırılmamaları ve bakanın ifadesi, 2 Milyar TL ülke ekonomisine kazanç sağlamış. Normal işçi çalıştırma yerine stajyer çalıştırarak. Stajyerin eğitim almasına evet, katkı sağlamasına evet, yetiştirilmesine evet. Ancak çocuk işçi olarak emek sömürüsüne ve hayatını kaybetmesine ‘hayır’ diyoruz. Bu konuda hükümeti bir kez daha uyarıyoruz. Evlatlarımızın canını pazarda bulmadık. Bu konuda çok daha dikkatli ve çok daha hassas olunmalı, denetimler yapılmalı, gerekli yasal düzenleme meclisten geçirilmelidir.”
“Sandık, iktidara karne verme günüdür”
“Son sözüm, 31 Mart seçimlerine giderken cumartesi günü Çankaya’daydık. Çankaya Belediyemizin Abidin Paşa Köşkünü bir dijital müzeye çevirdiği, Milli Mücadele Müzesine, oradaydık. Bütün gençlerimizi o milli mücadele müzesini görmeye davet ediyorum. Orada da ertesi gün Tunceli’de de Elazığ’da da gördüğüm bir şey var. Herkes 31 Mart seçimlerinin bir yerel seçimin ötesinde iktidara önemli bir mesaj vermenin fırsatı olduğunun ayrıtına yavaş yavaş varmış. Emekliler şunu görmeli: 31 Mart seçimlerinde Tayyip Erdoğan hiçbir şey olmamış gibi oy alırsa dört yıl boyunca bir daha dönüp de yüzünüze bakmayacak. Çünkü ‘Ne olursa olsun, bağırıyorlar çağırıyorlar oy veriyorlar’ diyecek.  Emekçiler oy verirse ne asgari ücret ne çalışma şartları ne örgütlenme özgürlüğünde bir adım atacaklar. ‘Nasılsa oy alıyoruz’ diyecekler. Bu yoksulluğa, bu işsizliğe rağmen, bu güvencesizliğe rağmen kimse sakın ha sakın sandığa küsmesin. Sandık iktidara karne verme günüdür. Eğer 31 Mart tarihinde sandığa gidilir ve bu yokluğa, bu yoksulluğa, bu işsizliğe cevaben oy kullanılırsa 31 Mart tarihinde bu iktidara bir sarı kart gösterilirse önümüzdeki süreç muhalefet açısından, yoksullar açısından, emekliler, emekçiler, köylüler, esnaflar, dar gelirliler, dezavantajlı gruplar açısından çok daha önemli gelişmelere açık bir hale gelir. Yok oy alır istediklerini alırlarsa dört yıl boyunca dönüp de bakmazlar. Ben şunu ifade edeyim. Türkiye’nin bütün göç alan belediyelerini Cumhuriyet Halk Partisi yönetiyor. Bütün göç veren belediyelerini de Cumhur İttifakı yönetiyor. Cumhur İttifakının yönettiği yerlerden kaçış, CHP’nin yönettiği yerlere koşuş var. O zaman ne yapacak seçmen veya ne yapabiliriz? Hepiniz Çankaya’ya Yenimahalle’ye gelemezsiniz. Hepiniz Karşıyaka’da Kadıköy’de oturmazsınız. Hepiniz Nilüfer’de oturamazsınız. Hepiniz Yenişehir’de oturamazsınız. Ama hepiniz kendi memleketlerinize kendi illerinize kendi ilçelerinize Kadıköy’ü, Karşıyaka’yı, Yenimahalle’yi Çankaya’yı getirebilirsiniz. Çünkü buraları yöneten dürüst, çalışkan, çevre dostu, sosyal yardımları normalin beş katına çıkarmış AK Partinin yaptığının beş katı üzerinde sosyal yardım yapan çevreci belediye başkanlarımızı, halkçı belediye başkanlarımızı kendi memleketlerinizde görevlendirebilirsiniz. Çağrımız Kastamonu’yadır. Çağrımız Erzincan’adır. Çağrımız Malatya’ya, çağrımız Erzurum’adır. Çağrımız Denizli’ye, Balıkesir’e, Bursa’ya, Manisa’yadır. Çağrımız 81 ile 972 ilçeyedir. Oyunuzu verin gelelim memleketinizi Türkiye’nin en gözde ilçelerinden, en güzel illerinden biri yapalım. Orayı temiz yapalım, yeşil yapalım. Buna niyet edenlerden bir tanesi de arkamda Afyon’u yönetmek için sabırsızlanıyor. Davetim üniversite öğrencilerine. Davetim Halkçı Liselilere. Davetim kadınlara. Davetim gençlere. Davetim plazalarda çalışan, emeği sömürülen beyaz yakalılara. Davetimiz genciyle yaşlısıyla, Alevisiyle Sünnisiyle, Kürdüyle Türküyle bu memlekette yaşayan bütün güzel insanlara. Hep birlikte sandıkta buluşacağız, ülkemizi dürüst, çalışkan, temiz yerel yönetimlerle buluşturacağız.”
 

Kaynak : PHA

Özel: O vekil meclisten çıkmalı! Özel'den sanatçılara Esenyurt çağrısı Özel: O vekil meclisten çıkmalı! Özel'den sanatçılara Esenyurt çağrısı

Kaynak: rss