Zaman baş döndürücü bir hızla geçiyor.
Zamana mahkûm olan her şey de aynı oranda değişiyor.
Bu hızlı akış içerisinde günlük kaygılar peşinde didinen insan; muhakeme ve muhasebe yapmaktan uzak, neleri kaybedip, neleri kazandığının farkında olmadan, gün geçtikçe iç dünyasına daha fazla kapanıyor ve adeta bir gönüllü mahkûmiyet yaşatıyor kendisine.
“Kazandım” derken bu uğurda heba edilen değerlerin hesabını yapamayan insan, bugüne kadar getirdiklerini koruyamadığı gibi, yarınlara aktaracak bir şeyi de kalmıyor.
İçine düştüğü çıkmazların ve açmazların neden olduğu buhran neticesinde tarif edemediği ya da tarif etmekten korktuğu vehimlerin baskısıyla özgüven bunalımı yaşıyor adeta.
Ve “daha çok”laşıyor her şey. Bitmek bilmeyen iştahımızla “Daha çok, daha çok” diye tüm benliğimizle sayıklıyor; “Daha az”laşan onca değerler uçup gidiyor farkında olmadan.
Zamanın getirdikleri veya verdikleri ile yetinmeyen, yetinmek istemeyen insanoğlu, zamana karşı da direnememenin yaşattığı çelişkiler yumağında, aciz ve çaresiz olduğunu da kabullenmek istemiyor sanki.
Zamanın paradoksu demiş ve şu tespitleri yapmış muhtemelen benzer duygulardaki bir yazar.
Daha yüksek binalarımız var, ama daha küçük tapınaklarımız.
Daha geniş otoyollarımız var, ama daha dar ufuklarımız.
Daha çok harcıyoruz, ama daha az sahip oluyoruz.
Daha çok satın alıyoruz, ancak aldıklarımız bizi daha az mutlu ediyor.
Daha büyük evlerimiz ve daha küçük ailelerimiz var.
Daha fazla konfora sahibiz, ama daha az zamanımız var.
Daha çok bilgiye ama daha az yargıya sahibiz.
Daha çok uzmanımız var, ama bir o kadar fazla da sorunumuz.
Daha çok eğitimimiz var, ama daha az sağduyumuz.
Daha fazla bilgimiz var, ama daha az bilgeliğimiz var.
Daha çok tedaviye, ama daha az sağlığa sahibiz.
Daha pervasızca harcıyor, daha az gülüyor, daha hızlı ulaşım yapıyor, daha çok ve daha çabuk sinirleniyor, daha geç uyanıyor, daha çabuk yoruluyoruz.
Daha az okuyor, daha fazla televizyon seyrediyoruz.
Sahip olduklarımızın sayısını katladık, ama değerlerimizi azalttık.
Daha fazla konuşuyor, daha nadir seviyor ve daha çok yalan söylüyoruz.
Bir yaşantı kurmayı öğrendik, ama hayatı değil; hayata seneler ekledik ama senelere hayat değil...
Aya gidip geldik, ama yeni komşumuza ziyarete gitmek için caddenin karşısına geçmekte zorlanıyoruz.
Dış uzayı fethettik, ama iç uzayı değil; daha büyük işler yaptık, ama daha iyi değil;
Havayı temizledik, ama ruhları kirlettik; atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.
Daha çok yazıyoruz, ancak daha az öğreniyoruz; daha çok plan yapıyoruz, ama daha az sonuca varıyoruz.
Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik.
Hızla hücum etmeyi öğrendik, ama beklemeyi değil.
Daha fazla gelirimiz, ama daha düşük ahlakımız var; daha çok yiyecek, ama daha az tatmin, daha çok tanıdığımız var, ama daha az dostumuz; daha fazla çaba, ama daha az başarı.
Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.
Daha fazla bilgi depolamak, şimdiye kadarkinden de fazla kopya üretmek için daha çok bilgisayar yaptık, ama iletişimimiz daha az; sayıca çoğaldık, ama kalitede azaldık.
…
Sizce de öyle değil mi?