Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Filistin’de bulunuyordu O. Silah altına alınır alınmaz Mısır’daki ordunun istihbarat şubesine tayin edildi.  

Beyaz bornoz ve abbasesi ile bir Arap şeyhi kılığına girdi ve heybesinin gözlerini çil çil İngiliz altınlarıyla doldurarak, bitip tükenmeyen kum çöllerinde maceraya atıldı.  
1915’de Mekke’de bulunan 80 yaşındaki Şerif Hüseyin’in doymayan menfaat hırsını vaatler ve altınlarla tatmin etti ve onun ardında adeta bütün Arapları birleştirdi.  
İhtiyar Emir, adeta bir oyuncak oldu O’nun elinde…
Çöllerinin kızgın güneşi altında parlayan çil çil İngiliz altınları ve İngiltere hükümeti namına O’nun gibi ağzından bal akan bir insanın vaat ettiği “Büyük Arabistan Krallığı” ihtiyar Şerif’i büyülemiş gibiydi.
Şerif’in feri kaçmış gözleri artık başka şey görmüyor, O’nun sözleriyle dolan kulakları, halifenin ilan ettiği cihada uymuyordu.
Arzularına göre dövüştürecek insanları bulmuştu O. Şimdi bu kızgın çöllerde çalışacak gizli kuvvetleri de bulmak lazımdı. O’nun zekâsı, Arabistan çöllerinin iklimi ile birleşince bu hususta sıkıntı çekmedi.
“Büyük Arabistan” hayali nasıl, Mekke Şerifi’ni büyülemişse; “Arz-ı Mev’ud” hayali de İsrail oğullarına diz çöktürmüştü. İşte; kadınıyla erkeğiyle, çoluğuyla, çocuğuyla muazzam bir gizli ordu…
Anadolu yaylasının masum ve safane çocukları, Arabistan çöllerinde, Filistin ve Suriye’de Hilal’i dalgalandırmak, Kelime-i Tevhid’i yaşatmak azmiyle kavrulup düşmanla çarpışırken, gizli bir el arkalarından onları mütemadiyen hançerliyordu.
Ülkelerinin dünya medeniyetinden nasibi Türk parası, Türk emeği ve Türk himmetiyle yapılmış demiryoluna inhisar eden insanlar, her gün bu demiryoluna bir bomba yerleştirmekten, binlerce Müslüman’ı havaya uçurmaktan çekinmiyor ve bütün bu hıyanet ve mel’anetleri O hainin emriyle yapıyorlardı.
Askerin ikmal yolları vuruluyor, zayıf depolar ve karargâhlar basılıyor, din devlet için Arabistan çöllerinde dövüşen kahramanlar müdafaa etmeye savaştıkları ülkenin sakinleri tarafından öldürülüyorlardı. Çünkü O böyle istiyordu. 
Türk ordusu bir taraftan düşmanla dövüşürken, bir taraftan da bunlarla uğraşmak zorunda kaldı.
Hıyanetleri sabit olan Yahudiler hapsedildiler. Haklarında ölümü gerektiren kanuni muamele yapılırken bile onlar, O’nun kendilerini kurtaracağına inanıyorlardı.
Hakikaten Arabistan’ın taçsız kralı bol bol saçtığı altınlarla kurduğu Arap ordularının başına geçmiş, sadık ajanlarını kurtarmaya çalışıyordu.
En nihayetinde gayesine ulaştı O:
Filistin ve Suriye’de hezimetimize sebep oldu. 1918 de Arap askerlerinin başında muzafferane Dimyat’a girdi. Harp müttefikler için zaferle bitmişti!
İngiltere hükümeti O’nun vaatlerini kısmen olsun yerine getirip Şerif Hüseyin’in oğullarından Faysal’ı Irak krallığına, Abdullah’ı Ürdün emirliğine getirmişti.
Harp bitmiş fakat bu adamın işleri, bitmemişti. O, yıllarca Hind’i, Çin’i, Afgan’ı birbirlerine kattı. Afganistan Kıralı Emanullah Han’ın tahttan indirilmesiyle biten büyük isyan tamamen O’nun eseriydi.  
1930 da Ağrı Dağı isyanında Kürt aşiretlerini baş kaldırmaya teşvik eden, hudut hadiseleriyle İran’la aramızı bozmaya çalışan gizli kuvvetlerin başında bulunan da O idi.
Bütün bu icraatına, 20 yıl ateş ve barutla oynamasına rağmen, O bir manga asker karşısında veya bir darağacında can vermeyen müstesna casuslardan biridir.
O, maceracı ruhuna çok yaraşan bir şekilde bütün şuurunu kaybettiren bir motosiklet kazasından sonra 19 Mayıs 1935’te İngiltere’nin Başkenti Londra’da öldü.
Sanırım kimden bahsettiğim çok iyi anlaşılmıştır: Arap milliyetçiliğini körükleyerek, Osmanlı’nın temelini dinamitleyip yeryüzü sahnesinden çekilmesine vesile olan Arap şeyhi kılığındaki İngiliz ajanı Albay Thomas Edward Lawrence’den söz ettim.
Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…
 
 
      Bilal KARADAĞ