Osmanlı Devleti, 1299 tarihinde Osmanoğulları ailesi tarafından, babadan oğula geçen saltanat anlayışına dayalı, tek kişinin aldığı kararlarla yönetilen bir anlayışla kuruldu. 1515 tarihinde Hicaz’ın fethi sonrası, Kutsal emanetlerin Payitaht İstanbul’a getirildi. Osmanlı Devleti’nin yapılanma ve işleyişinde değişime gidildi. Padişahlar, Hilafeti temsil etmeye başladılar. Halife unvanı aldılar. Osmanlı Devleti, tarım toplumuydu. Din-tarım toplumu oldu. 1299-1922 arasında 623 yıl boyunca saltanat anlayışına dayalı, padişahın tek başına aldığı kararlarla yönetildi.

Osmanlı Devleti’nde bürokraside görev yapanlar, Medresede eğitim görmüş din adamları ve askerlerden oluşuyordu.

Yönetenler eğitimliydi. Halk eğitimsizdi, okur yazar değildi.

devlette görev yapan “din adamları” aynı zamanda yargı görevini de yapıyorlardı.

Padişah yönetime “mutlak hakimdi”.

Bürokraside görev yapanların, görevlerinin devamlılığı ve can güvenlikleri, padişahın iki dudağının arasındaydı. Bu yapılanma ve işleyiş, saltanata ve hilafete dayanan yönetim anlayışının tercihiydi.

Osmanlı padişahları hilafeti temsil etmeye başlamasıyla birlikte, Osmanlı Devleti’nin yapılanma ve işleyişine, toplumsal kültüre

  • Din yaşamda her şeyi belirliyor.
  • Din öğretileri her şeyi söylüyor.
  • Ayrıca bizim başka arayışlar içine girmemize gerek yoktur düşüncesi, Devletin yapılanma ve işleyişine egemen oldu.

Padişahın tek başına aldığı kararlarla yönetilen, din tarım topumu olan Osmanlı Devleti, yenilik ve değişime kapalı bir devlet ve toplumdu. Matbaa, Avrupa’da icadından 300 yıl sonra, Aralık 1727 tarihinde İbrahim Müteferrika tarafından Osmanlı Devleti’ne getirildi. Padişah Sultan Selim’in evinin alt katında kuruldu. Kısıtlı olarak kullanıldı. Osmanlı Devleti, Batı Avrupa’daki bilimsel ve teknolojik gelişmelerin dışında kaldı. Süreç içinde geriledi ve yoksullaştı. Batı Avrupa’nın eğitim, bilim ve teknolojide gelişmiş olan ülkelerden borç alarak yönetimi devam ettirebildi. Mayıs 1919 yılında, Batı Avrupa’nın borç aldığı emperyalist ülkelerin işgal güçleri tarafından işgal edildi.

HALK EGEMENLİĞİNE DAYANAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ KURULUYOR

Mustafa Kemal Atatürk, Askeri Rüştiye’de ve Harp Okulu’nda öğrenciliği yıllarından başlayarak Fransız Devrimi sonrasında, Batı Avrupa’da değişen ve dönüşen gelişmelere kafa yormuştu. Mustafa Kemal’e göre, Osmanlı Devleti’nin, babadan oğula geçen, saltanat ve hilafet anlayışına dayanan, tek kişinin aldığı kararlarla yönetilen, yönetim anlayışı, Batı Avrupa’da gelişen değişim ve dönüşmelerin dışında kalmıştı. Bu yönetim anlayışının değişmesi, halk egemenliğine dayanan Cumhuriyet yönetimine geçilmesi gerekiyordu. Bu düşüncesini okul gazetelerinde yazdığı yazılarında dile getirmişti. Okul gazetelerinde yazdığı bu yazıları nedeniyle tehdit edilmişti. Ceza almıştı.

16 Mayıs 1919 tarihinde kurtuluş Savaşını başlatmak İstanbul’dan ayrılan, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Atatürk, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde halkı örgütledi. 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya geldi.

Atatürk’ün çağrısıyla, illerinden seçilip gelen milletvekillerinin katılımı ile 23 Nisan 1920 günü Ankara’da Büyük Millet meclisi toplandı. Mecliste yapılan oylamada Mustafa Kemal Meclis Başkanı seçildi. Mustafa Kemal’in yönetiminde Büyük Millet Meclisi’nde alınan kararla Kurtuluş Savaşı başlatıldı. Kurtuluş Savaşı, Atatürk’ün Başkomutanlığında 9 Eylül 1922 tarihinde büyük bir zaferle sonuçlandı. Başkent İstanbul’u ve Anadolu’yu işgal eden emperyalist işgal güçleri geldikleri gibi gittiler.

20. Yüzyılın başlarına gelinceye kadar İngiltere, dünyada emperyalizmin lider ülkesiydi. İngiltere’nin liderliğinde emperyalist ülkeler, girdikleri savaşları hep kazanmışlardı. İngiltere’nin ağababalığı 1922 yılı sonuna kadar devam etti. 1922 yılında tarihte bir ilk yaşandı. Emperyalizmin lider ülkesi İngiltere ve İngiltere ile birlikte hareket eden ülkeler, Atatürk’ün Başkomutanlığında Türk Kurtuluş Savaşı’nda büyük bir yenilgiye uğradılar. Türk Kurtuluş Savaşı’nda yenilgiye uğrayan İngiltere’nin ağababalığı sona erdi. Cakası bozuldu, tüyleri döküldü. Dünyada ağababalığın sona erdiği dönem başladı.

Kurtuluş Savaşı sonrasında İngiltere’nin çağrısı ile İsviçre’nin Lozan şehrinde Barış konferansı toplandı. Aylar süren tartışmalar sonrasında Osmanlı Devleti’ni İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya’nın ekonomik sömürüsü ve siyasi nüfuz alanına sokan kapitülasyon anlaşmalarının iptal edilmesi, Anadolu’da bağımsız bir Türk Devleti’nin kurulması, 24 Temmuz 1922 tarihinde konferansa katılan ülkeler tarafından kabul edildi ve onaylandı.

1923’lü yıllarda Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden İngiltere krallıkla, Almanya, İspanya, İtalya, Portekiz diktatörlükte, Fransa ve Yunanistan askerler tarafından diktatörlükle,

Doğu’da Afganistan krallıkla, İran Şahlıkla,

Kuzeyde Sovyetler birliği proleter diktatörlüğüyle yönetiliyordu.

Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da halk egemenliğine dayalı yönetilen ülke yoktu.

Ayrıca, Türklerin tarihinde ve geleneğinde savaş kazanan komutanlar hep kendi adlarıyla devlet kurmuşlardı. Kurtuluş Savaşı bittiğinde Mustafa Kemal, tek egemen güçtü. Her istediğini yapacak ve yaptıracak güce sahipti. İsteseydi kendi adıyla bir Türk devlet kurabilirdi. Kendisini padişah, kral, şah, diktatör ilan edebilirdi. 623 yıl padişahlıkla yönetilmiş olan halk, bunu hem yadırgamazdı. Yani Mustafa kemal Atatürk’ün, kendi adıyla bir devlet kurmasının, kendisi padişah, kral, şah ilan etmesinin, kuracağı devleti tek başına aldığı kararlarla yönetmesinin, diktatör olmasının önünde bir engel yoktu.

Fakat Mustafa Kemal, tarihte o güne kadar örneği görülmemiş bir liderlik örneği ortaya koydu. Kendi adıyla bir devlet kurma, diktatör alma, padişah, kral, şah olma peşinde koşmadı. Kendisini yüceltmenin değil halkını yüceltmenin peşinde koştu.

Atatürk’ün başkanlığında, toplumun tüm kesimlerini temsil edildiği Büyük Millet Meclisi’nde, 29 Ekim 1923 tarihinde milletvekillerinin oylarıyla, halk egemenliğine dayanan laik demokratik sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Cumhuriyetin kuruluşu Mecliste, milletvekillerinin “yaşasın Cumhuriyet” haykırışlarıyla ilan edildi.

Atatürk’ün yönetiminde 1923-1938 arasında, toplumun tüm kesimlerini temsil edildiği Büyük Millet Meclisi’nde çıkarılan kanunlarla devrimler yapıldı. Devrimlerle öngörülen insan odaklı, insanı önemseyen, insana değer veren, insanı yüceltmeyi amaçlayan toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel değişim ve dönüşümler yaşama geçirildi. dil, din, mezhep, ırk, renk ve cinsiyet ayırımı yapılmaksızın yurttaşlara, deneyim, beceri ve yeteneklerine göre yükselme fırsatı sunuldu.

Dışarıdan borç alınmadan; 1929’da dünyayı etkileyen büyük ekonomik krize karşın, hem Osmanlı’dan devralınan borçlar ödendi. Hem de ülke imar edildi. Ortalama yüzde 6,5 büyüme gerçekleştirildi.

Batı Avrupa’nın büyük bir Aydınlanma, Sanayileşme ve Kentleşme süreci yaşayarak 300 yılda çok kan dökülerek, bedeller ödenerek gerçekleştirdiği toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel değişim ve dönüşümler, Atatürk’ün yönetiminde, tek parti anlayışına dayalı işleyen siyasal sistemle, toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çıkarılan kanunlarla, kan dökülmeden, bedeller ödenmeden 15 yılda gerçekleştirildi.

REJİM DEĞİŞTİRİLİYOR

Halk egemenliğine dayanan Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşlarına sunduğu fırsatlar sayesinde, Mart 1994 seçimlerinde İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı, 3 Kasım 2002 seçimlerinde milletvekili ve başbakan, 14 Ağustos 2014 seçimlerinde cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, kendisine bu fırsatları sunan Atatürk’ü yok etmeye, halk egemenliğine dayanan rejimi değiştirmeye karar verdi. Erdoğan’ın yönetiminde 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan anayasa referandumunda, halk egemenliğine dayanan Cumhuriyet rejimi değiştirildi. Tek adamın aldığı kararlarla yönetilen partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildi.

24 Haziran 2018 tarihinde milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimi birlikte yapıldı. “Türkiye Cumhuriyeti’ni din kuralarına göre yeniden yapılandıracağını söyleyerek siyaset yapan, milli görüş öğretisi ile yetişen, belediye başkanlığı, başbakanlığı, cumhurbaşkanlığı sırasında dini kullanarak siyaset yapan,” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partili cumhurbaşkanı seçildi. Ülkeyi tek başına aldığı kararla yönetmeye başladı. Yönetime mutlak hâkim oldu.

Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ülkeyi tarikatlarla birlikte yönetmeye başladı.

Erdoğan’ın yönetiminde dinciler, ülkenin yönetiminde etkili ve belirleyici olmaya başladılar. Rejimde yapılan değişiklikle, Osmanlı Devleti’nin:

Din öğretilerinin her şeyi söylediği,

Dinin, yaşamda her şeyi belirlediği,

Akla, bilime, yenilik ve değişime kapalı olan,

Tek adamın aldığı kararlarla yönetilen, Padişahın yönetime “mutlak hakimdi” olduğu, Yurttaşlar üzerinde tam denetime sahipti olduğu,

Devlette görev yapanların, görevlerinin devamlılığının ve can güvenliklerinin padişahın iki dudağı arasında olduğu,

Osmanlı Devleti’nin yapılanma ve işleyişine geri dönüldü.