Kutsal din kitabımız Kuran, “İkra” (oku) diye başlıyor. Kuran akıl dinidir. Allah Kuran’da kullarından okumalarını kendilerini tanımalarını, dinlerini bilerek yaşamalarını istiyor. Her adımlarını bilerek akıl süzgecinden geçirerek atmalarını, doğru ile yanlışı ayırmalarını, doğru olanı yapmalarını, yanlış olandan uzak durmalarını emrediyor.
Müslüman ülkeler, Allah’ın emirlerini (Kuran’ı) bir kenara koyarak, üretilmiş din kurallarını Kuran’ın yerine koydukları, üretilmiş din kurallarına göre hareket ettikleri, dini bir iktidar aracı yaptıkları, akla ve bilime önem vermedikleri için: Yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin, tarihi ve kültürel varlıklarının kendilerine sundukları fırsatlara karşın gelişemediler, kalkınamadılar.
Akla ve bilime önem veren, bilim ve teknolojide gelişmiş olan Yahudi ve Hristiyan emperyalist ülkelerin birer pazarı oldular. Bilim ve teknolojide gelişmiş olan bu ülkeler tarafından sömürüldüler. Bu günde sömürülmeye devam ediyorlar.
Gelişemeyen ve kalkınamayan Müslüman ülkeler, dün olduğu gibi bu günde dini siyasete alet eden, dini bir iktidar aracı yapan yöneticiler yüzünde sürekli savaş halindeler.
Bu gereceği gören Mustafa Kemal Atatürk, henüz üç yıllık genç bir subayken 1908’de, İkinci Meşrutiyetin ilanı öncesi o sırada yönetimde olan İttihat ve Terakki’nin üst yöneticilerine sunduğu bildirisinde “din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalıdır. Asker siyasete karışmamalıdır” der. (Prof. Dr. Hikmet Bayur, Atatürk’ün Hayatı ve Eserleri Cilt I, Doğumundan Samsun’a Çıkışına Kadar. Güven Basımevi-Ankara, 1963, S. 27) Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını, işleri ülkenin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü sağlamak olan askerlerin siyasete karışmamalarını ister.
Büyük kısmı askerlerden oluşan İttihat ve Terakki üyeleri, Atatürk’ün bu öneri ve isteğinden rahatsız olurlar. Onu Trablusgarp’a sürgün ederler. İstanbul’dan uzaklaştırırlar.
Kurtuluş Savaşı Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında başarıyla sonuçlandı. İşgal güçleri Anadolu’dan atıldılar. İşgalci devlerin başında yer alan İngiltere’nin çağrısıyla İsviçre’nin Lozan şehrinde barış konferansı toplandı. Anadolu’da bağımsız bir Türk devletinin kurulması uluslararası camia tarafından kabul edildi ve onaylandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemiyle “Bu anlaşma yeni kurulan devletin tapusu niteliğindedir.” (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lozan Barış Konferansının 93. Yıl dönemi nedeniyle 24 Temmuz 2016 tarihinde yayınladığı mesaj. Cumhurbaşkanlığı Resmi İnternet sitesi).
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Atatürk, Cumhuriyeti din ve devlet işlerinin birinden ayrı olması, askerin siyasete karışmaması temel ilkeleri üzerine inşa etti. Atatürk’ün başkanlığında 1923-1938 arasında din devlet işlerine birbirine karıştırılmadı. Aynı şekilde asker siyasete karıştırılmadı.
Atatürk’ün ölümünden 50 gün sonra 31 Aralık 1938 tarihinde boş olan 13 milletvekilliği için ara seçim yapıldı. Asker paşalar, Cumhurbaşkanı ve başbakan İnönü tarafından milletvekili yapıldılar. Askerler siyasete karışmaya başladılar.
Siyasete karışan askerler, 27 Mayıs 1960’da darbe yaptılar. Seçimle iktidara gelmiş olan Demokrat Parti’yi iktidardan uzaklaştırdılar. Başbakan Menderes ve iki bakanını idam ettiler.
Askerler, 12 Mart 1971’de ikinci defa darbe yaptılar. Seçimle iktidara gelmiş olan Süleyman Demirel Hükümeti’ni yönetimden uzaklaştırdılar. Darbeye Atatürk ilke ve devrimlerinden sapılmış olunması gerekçe gösterildi. Darbe sonrası “Ne Amerika ne Rusya Tam bağımsız Türkiye” diyen gençliğin lider kadrosunun önde gelen üç genç idam ettiler. Atatürk’e aidiyet duyan aydınlar, akademisyenler, sivil toplum temsilcileri tutuklandılar.
Askerler, 12 Eylül 1980’de üçüncü defa darbe yaptılar. Diğer darbelerde olduğu gibi bu darbeye de Atatürk ilke ve devrimlerinden sapılmış olunması gerekçe gösterildi.
12 Eylül darbesini yapan askerler, diğer darbelerden farklı olarak, siyasi partileri kapattılar. Partilerin üst yöneticilerine siyasi yasak getirdiler. Yazılı kaynaklarına el koydular, SEKA’ya gönderip kâğıt hamuru yaptılar. Siyasetin deneyim ve birikimi yok ettiler, hafızasını sildiler.
Atatürkçü, demokrat, solcu kadroların önde gelenlerinin nerdeyse tümünü tutuklandılar Yüzlerce Atatürkçü, demokrat ve solcu genci astılar. Atatürkçü ve sol gençliği çoraklaştırırken tarikatlara geniş bir hareket alanı sundular. Toplumsal ve sosyal alanda yaptıklarıyla Cumhuriyetin dokusunu değiştirdiler.
Her askeri darbe Türkiye’yi 10 yıl geriye götürdü. Türkiye 1950’de ekonomik ve sosyal göstergeleri aynı olan ülkelerle birlikte çıktığı yolda, girdiği yarışta çok gerilerde kaldı. Yoksulluk sorununu çözemedi. Barış ve huzura kavuşamadı.
Atatürk’ün ölümünden kısa bir sonra İsmet İnönü yönetiminde dinin siyasete karışmasının önü açıldı. 1950 seçimlerinden başlayarak sürekli iktidar olan muhafazakâr partiler, Kuran’da yer almayan üretilmiş dinin kurumları olan tarikatlarla işbirliği yaptılar. Tarikatları kullanarak dini siyasete alet ettiler. Tarikatlar süreç içinde güçlendiler, muhafazakâr partilere nüfuz etmeye ve siyasetlerini yönlendirmeye başladılar.
2002 tek başına iktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan (AKP), iktidarı, seçimler öncesi işbirliği yaptığı Gülen tarikatı ile paylaştı. İktidar hırsıyla hareket eden Erdoğan, iktidarını devam ettirme adına Gülen tarikat ne istedi ise verdi. Ne dediyse yaptı. Askeri ve sivil Bürokrasiyi tarikat üyelerine teslim etti. Askeri ve sivil bürokrasiyi ele geçiren Gülen tarikatı üyeleri, yönetimi Erdoğan’la paylaşmakla yetinmediler. Milli Görüşü tasfiye etmeye, AKP Hükümeti’ni devirmeye, halkın oyları ile seçilmiş olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı öldürmeye, devleti ele geçirmeye karar verdiler. Bu amaçla, 15 Temmuz 2016 günü darbeye yapmaya kalkıştılar. Bu kalkışma sırasında 240 yurttaşımız öldü. 2000’nin üzerinde yurttaşımız yaralandı. Ülkeye, milyarlarca dolar zarar verildi.
Bütün bu yaşananlar, dinin siyasete alet edilmesi/dini siyasete karıştırılması nedeniyle yaşandı.
Dinin siyasete karışmasının/karıştırılmasının ülkeye, topluma, ülkenin geleceğine verdiği zarar ve yarattığı sorunlar göz önüne alındığında:
Türkiye Cumhuriyeti’ni din ve devlet işleri birbirinden ayrı olması,
Askerin siyasete karışmaması temel ilkeleri üzerine inşa eden Atatürk’ün:
Liderliğinin büyüklüğü,
Tarihselliği,
Geleceği yönelik öngörüsü daha iyi anlaşılmaktadır.
Kendisini öldürmeyi amaçlayan 15 Temmuz Gülen tarikatı darbesinden sağ kurtulan ve darbeyi bastıran Erdoğan, Lozan Barış Konferansının 93. Yıl dönümü nedeniyle 24 Temmuz 2016 tarihinde yayınladığı mesajında: “Lozan anlaşmasının içeriği, bu anlamda başta milli irade ve demokrasi olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduğu temel ilkelerin değeri, bu günlerde çok daha iyi anlaşılmaktadır” dedi. (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lozan Barış Konferansının 93. Yıl dönemi nedeniyle 24 Temmuz 2016 tarihinde yayınladığı mesaj. Cumhurbaşkanlığı Resmi İnternet sitesi). Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni üzerine inşa ettiği Cumhuriyetin Kuruluş ilkelerinin ne kadar önemli olduğunu anladı.
Kurulduğu günden başlayarak dini siyasete alet eden, Türkiye Cumhuriyeti’ni din kurallarına göre yeniden yapılandıracağını söyleyerek siyaset yapan Milli Görüş’ün lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan, sonunda Atatürk’ün liderliğinin büyüklüğünü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinin değerini ve önemini geçte olsa kavrayabildi.
Türkiye Cumhuriyeti’ni din esaslarına göre yeniden yapılandıracağını söyleyerek siyaset yapan Milli Görüş öğretisiyle yetişmiş olan,
Milli Görüşün partilerinde siyaset yapan,
Milli görüşün diğer bir partisi AKP’yi kuran, genel başkanı olan,
Önce başbakan, arkasından Cumhurbaşkanı olan
Recep Tayyip Erdoğan, bu söyleminde samimi ise bu gelişme önemlidir.
Cumhuriyetin kurucusu Ana Muhalefet partisi CHP başta olmak, muhalefet partileri ve halkın, Erdoğan’ı söylediklerine sahip çıkmaya zorlaması gerekir.
Takkiye yapmasına, sözünden dönüp dini eskiden olduğu gibi dini siyasete karıştırarak siyaset yapmasına karşı çıkılması gerekir.
Aksi halde hep birlikte Cumhuriyete karşı görevimizi yapmamış oluruz. Bedelini hep birlikte öderiz.
Celal Topkan
20. Dönem CHP Adıyaman Milletvekili
“Atatürk Sonrası CHP’nin Başarısızlığı Nedenleri ve Sonuçları” kitabının yazarı