Apartmanda iki yaşlı yaşıyordu. İkisi de hasta olduğundan “bir kap yemek” getirecek bir yakının yolunu gözlüyorlardı. Yaklaşık 3 bin kişinin yaşadığı sitede, iki yaşlıya iki kap yemek verecek yoktu. Belki de herkes çok meşguldü, sağına ve soluna bakmayacak kadar yoğunlardı, burunlarından soluyorlardı sıkıntıdan. Ödenmeyen faturalar, günü geçen krediler, çocukların sorunları, eşinin istekleri…
Ama hepsi akşam internette gezinirken, mutlu ve mesutlardı.
Genellikle çoğunluğu “lord” hayatı yaşıyordu. Bir de çok iyilerdi.
Yardımı seven, düşküne el uzatan, yolda kalanla yoldaş olanlardı. Bırakın komşusunu, Arakan’daki Müslümanlara reva görülen zulüm de onların yüreğini kanatıyordu, Afrika’da adını bilmedikleri küçücük yerleşim yerlerindeki bebeler de…
Suriye’de her gün ölen insanlarla beraber ölüyorlardı. Filistin’de intifadaya çocuklarla birlikte kalkışıyorlardı. Emeği sömürülen işçiyle üzülüyor, şiddete uğrayan kızlarla kahroluyorlardı. Her çocuk istismarında yüzleri kızarıyor, her hak yenmesinde yüreğinden bir parça alınıyordu.
Sokaktaki kedi ve köpekler açlıktan ölmesin diye kapıların önüne su ve süt konulmasını şiddetle isteyenlerdendi.
Minicik kuşlar penceresini tıklattığında bir yudum su, bir avuç yiyecek koyulmasına öncülük ediyordu.
Yardım kuruluşlarının güzel işler yaptığına inandıklarından her fırsatta destek olunması için çağrıda bulunuyorlardı.İnsanların evini, yurdunu, çoluk çocuk ve eşini bırakarak ülke ülke gezip, yetim ve yoksulları doyurmasının ne kadar insani bir görev olduğunu her fırsatta paylaşımlarıyla gösteriyordu.
Çok yufka yürekliydi çok.
Öyle ki, gözü yaşlı birisini gördüğünde yüreği burkulurdu.
Sessiz ağlayana sesli yanıt verirdi.
Pek sıkıntısı olmadığından, sıkıntı çekenlere el uzatmak gerektiğini söylerdi.
Çok inançlıydı…
Her Cuma tebrik mesajı yayınlardı, her kandil gecesinde özlü sözler paylaşırdı. Bazen Mevlana’dan, bazen Yunus’tan, bazen Fuzuli’den güzel sözler aktarırdı. İnsanların tıpkı o sözlerde tavsiye edildiği gibi olmasını isterdi, çünkü kendisi de öyleydi. Neden sakınılacaksa, neden taraf olunacaksa ondan yanaydı.
Bazısı barıştan yanaydı, bazısı savaşın sürmesini isteyendi. Kimi terör örgütüne destek olurdu, kimi terör örgütünün “iyisine” destek olduğuna inanırdı. Hepsi bayrağı severdi, TC’ye karşı çok hassaslardı, İstiklal Marşı okunurken tüyleri diken diken oluyordu. Hatta inat olsun diye bayramlarda evlerine bayrak bile asar, balkondan nazlı nazlı salınmasını izlerdi. Bu ülkeyi çok severdi hepsi de…
Bu ülke insanı için canını vereceğini, cepheye koşacağını her platformda dillendirirdi.
***
Ama aslında o bilgisayarın başından hiç kalkmamıştı…
Hemen yanı başında iki yaşlı çiftin aç mı, tok mu olduğunu fark edemeyecek kadar duyarsızlardı. Anasının memesinden süt ememeyen çocuklardan habersizlerdi.
Dünyanın dört bir yanıyla iletişim kurabiliyorlardı, her acıya “ah” çekebiliyorlardı ama yaşanan acılardan zerre miktar haberleri yoktu. Kimi ülke ülke dolaşıyor, komşusuna uğrayamıyordu. Kimisi yurdun dört bir yanına gidiyor, anne ve babasına zaman bulamıyordu.
Bazıları sadece akşam sofrasına gelecek olanla meşguldü, karnı doyduktan sonra tüm sorunlar halledilmiş olacaktı.
Ama olmuyordu…
Sadece kendi sorunlarına yönelenler, insanların ne çektiğinin farkına varamıyorlardı.
Sözde yaşıyorduk…
İnsanlık için çok afili laflar bulup, buluşturuyor, gerektiğinden sağdan soldan araklayarak, yüreğinin temiz olduğunu göstermeye çabalıyordu.
Ama o yürekte, nedense komşusunun, eşinin, dostunun ne çektiği yer almıyordu.
Hatta odasına çekilen çocuklar ve televizyon başında öldürülen hayatlarla evin içinden bile habersizlerdi…
Ama teknoloji gelişmişti.
Bir tuş kadar yakındı ta dünyanın öbür ucu.
Şimdi onu da geçtik, çantamızı alıp, aya yolculuk yapabiliyoruz.
İyisi mi gelin Mars’a gidelim…
Hadi, toparlanın…
İlk insan kolonisini kurmak için çalışmalara başlayan Hollandalı bir şirket, insanları Mars’a bekliyor…
Eğer yaşınız 18-40 arasındaysa, daha ne duruyorsunuz, toparlanın…
Ama geri dönüş yok…
Sizin için ne fark eder ki…
Zaten geri dönüşü olmayan bir yaşamınız var, yanı başınızda neler yaşandığını bile bilmiyorsunuz.
İnsanların neler çektiğini, hangi acılara katlandığını, 30 yıldır süren kanın neden aktığını, kimlerin akıttığını bile bilmiyorsunuz.
“Barış” diye haykıranlara, hayatını ortaya koyanlara oturduğunuz yerden nasıl da ahkâm kesiyorsunuz.
Akil insanları suçlarken, onların neleri göğüslediğini bile algılayamıyorsunuz.
30 yıldır evlat acısı çekenlerin, “boş yere” nasıl da yandıklarının farkında bile değilsiniz. Bir 30 yıl daha sürmesi umurunuzda mı olacak?
Siz komşunuzda iki kap yemek bekleyen yaşlı çiftin, anasının memesinden süt yerine kan emen bebenin farkında bile değilsiniz, bunu mu bileceksiniz?
İyisi mi toparlanın, Mars’a gidiyoruz, geri dönmemek üzere…
Twitimden seçmeler
Aslında sorun değildi, sadece doğrular yanlış, yanlışlar doğru algılanıyordu. Küçük bir fiskeyle her şey yerli yerine geçecekti ya, olmadı!