Akıllı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.

            Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı; fakat fırsat bulamadı.

            Akıllı birisi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu.  

            O şiddetlice vurulan topuzun acısı adamı bir ağacın altına kadar kaçırdı.

            Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Adama, “Ey dertli kişi bunları ye” dedi.

            Adama o kadar elma yedirdi ki, artık yedikleri ağzından dökülmeye başladı.

            Adam, “Beyim ben sana ne yaptım, bana ne kastın var?

            Eğer bana hakikaten bir kastın varsa vur kılıcı, birden kanımı dök gitsin. Sana çattığım saat ne uğursuz satmış? Ne mutlu senin yüzünü görmeyene!

            Dinsizler bile kimseye suçsuz, günahsız yere az çok bir suç işlemeden böyle zulüm etmezler; bu eziyeti caiz saymazlar” diyordu. 

            Söz söylerken ağzından kan geliyordu. “Yarabbi, cezasını ver!” diye bağırmakta, her an ona kötü sözler söylemekte, lanet etmekteydi. Atlı ise, “Çabuk bu düzlükte koş” diye onu dövüyordu.

Adam, topuz acısıyla, atlının korkusundan yel gibi koşmaya başladı. Hem koşuyor, hem yüzüstü düşüyordu.

Karnı toktu, uykulu ve gevşemiş bir haldeydi. Ayağında, yüzünde pek çok yaralar açıldı.

Atlı, adamı akşam vaktine kadar koşuşturup durdu. Nihayet adamın safrası kabardı, kusmaya başladı!

İyi-kötü yediklerini kustu. Bu kusma esnasında yılan da midesinden dışarı çıktı!

O yılanı gören adam, kendisine bu iyiliği yapan atlının önünde yerlere kapandı.

O kapkara, çirkin ve korkunç yılanı görünce bütün dertlerini unuttu.

Dedi ki “Sen bir rahmet Cebrailisin, yahut da nimetler veren bir lütuf sahibisin!

Ne kutlu saatmiş ki beni gördün. Ölüydüm bana yeni bir can bağışladın.

Sen beni analar gibi aramaktayken, ben eşekler gibi senden kaçıyordum.

Eşek, sahibinden eşekliği yüzünden kaçar. Hâlbuki sahibi, iyiliğinden dolayı onun peşine düşer.

Onu bir fayda elde etmek, bir ziyandan kurtulmak için aramaz; kurt yahut yırtıcı bir canavar paralamasın diye arar.

Ne mutlu yüzünü görene yahut ansızın senin bulunduğun yere ulaşana!

Tertemiz can bile seni övmüştür; hâlbuki ben, sana ne kadar kötü ve saçma şeyler söyledim.

Fakat efendim, padişahlar padişahı sultanım! Onları ben söylemedim, bilgisizliğim söyledi.

Bir parçacık olsun bu hali bilseydim, böyle abes sözler söyleyebilir miydim?

Ey iyi huylu bey! Eğer bana bu hali kinaye ile bile olsa çıtlatsaydın, seni bir hayli överdim.

Fakat sukut ederek kızgın göründün. Hiçbir şey söylemeksizin kafama vurmaya başladın.

Başım sersemleşti, aklım gitti. Hele benim bu başımın zaten aklı da kıt!

Ey yüzü de güzel, işi de güzel adam, affet! Deliliğimden söylediğim sözleri bağışla!”

Atlı dedi ki “Eğer ben bunu biraz çıtlatsaydım derhal yüreğin erir, ödün patlardı.

Yılanı sana bir anlatsaydım korkudan canın çıkıverirdi.

Eğer sen içindeki yılanı bilseydin, ne elma yemeye kuvvetin kalırdı, ne yol yürümeye, ne de kusmaya…

Sen bana sövüyordun, ben de seslenmiyor, fakat atımı sürüyordum. Gizlice de yarabbi, sen işimi kolaylaştır demekteydim.

Sebebi söylememe izin yoktu; fakat seni kendi haline bırakmakta elimde değildi.”

Derdinden kurtulan adam, secdeler etmekte, “Ey bana saadet, ikbal ve hazine olan! Ey yüce kişi! Allah’tan hayırlar bul. Bu zayıfın sana şükretmeye kudreti yok.

Mükâfatını Allah versin. Ağzım, dilim, sana şükretmekten aciz” demekteydi.

İşte akıllı kimselerin düşmanlığı bu çeşittir. Onların zehirleri bile cana neşe verir.

Ahmağın dostluğu ise eziyettir, sapıklıktır.

Akıllı kimseden bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.

Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” diye buyurmuştur.

Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…

 

Bilal KARADAĞ

      [email protected]