2025 yılı için asgari ücretin belirleneceği bu dönemde Türkiye’nin gelir ve imkânlarına göre kabul gören bir uzlaşının sağlanmasının giderek zorlaştığı görülmektedir.
Toplumun genelini oluşturan ücretlilerin satın alma gücünün önemli ölçüde eridiği bu dönem, aynı zamanda özel sektörde firma kapanmaları ve işten çıkarmaların artışına denk geldi.
Bugünkü yazımızda çalışanlar ve işverenler için açılan refah ve maliyet uçurumunun detaylarını ve bu sorunların çözülmesi için neler yapılabileceği üzerinde durulacaktır.
İlk önce konuya, toplumsal refahın ana belirleyici olan çalışanların satın alma gücüne göre bakmakta yarar var. TÜRK-İŞ verilerine göre Kasım ayında dört kişilik bir ailenin gıda harcaması (açlık sınırı) 20.562TL; bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 26.712 TL, gıda ile birlikte diğer tüm temel harcamalar için haneye girmesi gereken toplam gelir tutarı (yoksulluk sınırı) 66.976 TL oldu. Bu verilere göre Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyükşehirlerde yaşayan ve karı-koca her iki ebeveynin de çalıştığı bir ailenin asgari ücret komşuluğunda geliri olması halinde temel yaşam maliyetlerini sağlaması maalesef mümkün görünmemektedir.
Ücretlilerin satın alma gücünün hızla eridiği bu dönem aynı zamanda özel sektörde de sorunların arttığı bir sürece denk geldi. Artan faiz oranları, krediye erişim sınırları, reel kurda değerlenme, iç ve dış talepte zayıf gidişat birçok firmayı derin sorunlarla baş başa bıraktı. Kimi firmalar bu sorunları azaltmak için üretimini yurt dışına kaydırırken kimi firmalar bunu sağlayamayarak ölçek küçültmek veya kapanmak zorunda kaldı.
TOBB verilerine göre Ocak-Ekim döneminde, Türkiye’de kurulan toplam şirket, kooperatif ve gerçek kişi işletme sayısı son iki yıldır azalma trendine girmiş durumdadır.
2022 yılının ilk 10 ayında kurulan firma sayısı yaklaşık 135 bin iken, 2024 yılının aynı döneminde 108 binin altına düştü. Benzer şekilde tasfiye edilen ve kapanan firma sayılarında da önemli artışlar yaşandı. 2022 yılının ilk 10 ayında tasfiye edilen veya kapanan firma sayısı yaklaşık 53 bin iken, 2024 yılında 60 bine çıktı.
Bir diğer çıkmaz da ücret-talep-enflasyon sarmalından bir türlü çıkamıyor olmamızdır. Satın alma gücünü artırmak amacıyla yapılan yüksek ücret artışları, fiyatlama davranışlarının kontrol edilememesi ve enflasyonist baskıların azaltılamaması kaynaklı olarak yüksek tüketici enflasyonuna dönüşmektedir.
2023 Haziran ayından bu yana artan faiz ve baskılanan talebe rağmen yılsonunda enflasyonun % 45 civarında bir oranda kapatacak olmamız bunun en net yansıması olarak karşımıza çıkımaktadır.
Peki bu sarmaldan nasıl çıkarız?
Bu sarmaldan çıkışın en net çözümü enflasyonun kontrol altına alınmasıdır. Yüksek enflasyonun olduğu bir ortamda ücretlilerin satın alma gücünün korunması maalesef mümkün olamıyor. Enflasyonun kontrol altına alınması için, yakın zamanda tecrübe etmiş olduğumuz üzere, tek başına para politikası başarılı olamıyor. Bunun için mali, idari, kurumsal ve yapısal politikaların bir bütün halinde uygulanması şart.
Bir diğer konu, asgari ücretin Türkiye’nin sosyo-ekonomik farklılıklarını gözetecek şekilde farklılaştırılması olabilir. Bir başka ifadeyle Türkiye, bölgesel asgari ücrete geçmeyi tartışmalıdır, hatta uygulamaya geçmelidir.
2023 yılında 13 bin dolar civarı olan kişi başına milli gelir esas itibarıyla Ankara, İstanbul, İzmir ve Kocaeli gibi büyükşehirlerdeki yüksek gelirin ortalama geliri yukarı çekmesiyle oluşmaktadır.
81 ilimizin 68’inde ortalama gelir Türkiye ortalamasının altında kalıyor. Bölgesel sosyo-ekonomik farkların bu kadar yüksek olduğu bu yapıda tek bir ücretle istihdam piyasasında alt çizgiyi çizmek hem iş gücüne katılımı hem de sigortasız/güvencesiz çalışmayı artırmaktadır. Devletin tüm verilerini incelediğimizde Ankara, İstanbul, İzmir ve Kocaeli gibi büyükşehirlerde iş gücüne katılma oranı % 55-60 civarındayken, Batman, Diyarbakır, Siirt ve Şırnak’ta bu oran % 40’lara düşmektedir.
Asgari ücret sarmalından çıkmanın en son; ancak en önemli koşulu ise nitelikli istihdam ve katma değerli üretimi sağlamaktır. Bu yolda başta hukuk sisteminin işlerliği ve etkinliği olmak üzere, eğitim sistemi, istihdam piyasası ve işgücü piyasasındaki katılıkları ele alan uzun bir yapısal reform listesini hayata geçirmemiz gerekmektedir. Aksi halde fakir daha fakir, zengin daha zengin olmaya devam edecektir.
Dr. Adnan AĞIR