Babası gittiğinde çok küçüktü Nazlı. Neredeyse hatırlayamayacaktı… Unutmamak için her gün tekrar tekrar resimlerine bakıyordu.
Öpüyordu, konuşuyordu resimdeki babasıyla:
“Ne zaman geleceksin baba? Bizi özlemedin mi? Ben seni çok özledim!
Bütün arkadaşlarım babalarıyla oynuyor, öpüyor; ama sen uzaklardasın! Ben seni öpemiyorum...
Annem bizlere daha iyi yemekler, daha güzel elbiseler almak için uzaklara çalışmaya gittiğini söylüyor!
Ama ben güzel yemekler istemiyorum, sadece ekmek yerim!
Güzel yeni elbise de istemiyorum! Söz, ben seni çok özledim baba! Ben seni istiyorum” diyordu!
Her akşam yatmadan küçük pamuk ellerini semaya kaldırıp, babasının gelmesi için dua ediyordu!
Öyle içten, öyle saf ki; sonra ellerini yüzüne sürüyordu “âmin” diye; sanki insan biraz dikkat kesilse duyacaktı bütün gök ehlinin âmin dediğini!
Her gece rüyasında görüyordu babasını! Trenden iniyor ona doğru koşuyordu! Sonra öpüp kokluyordu ipek kıvır kıvır saçlarını! Minik pamuk ellerinden tutuyor, evlerine geliyorlardı!
“Bir daha gitmeyeceğim sizi çok özlüyorum” diyordu babası!
Sonra sabah olup rüyasından uyanıyordu! Heyecanla evde babasını arıyordu!
Bulamayınca üzülüyor, koşarak annesinin boynuna sarılıyordu! Ağlıyor ağlıyordu!..
“Yine gelmemiş babam, yine gelmemiş!
Hiç gelmiyor zaten! Telefonda bana “işlerim bitsin geleceğim” diyor, gelmiyor!
Hiç bitmiyor işi!
Anne, babamın işi çok mu zor? Çok mu yoruluyor?
Bizde gidelim, bizde yardım edelim babama! İşi çabuk bitsin sonra beraber evimize dönelim” diyordu!
Yaşlı gözleriyle annesinin yüzüne yalvarır gibi bakıyordu! Hıçkırıklar boğazına düğümlenen annesi de kızının yaştan ıslak yüzünü öpüyor, kokluyordu: “Biraz daha sabret kızım! Yakında gelecek, bir daha da göndermeyeceğiz babanı gurbet ellere, uzaklara” diyordu!
Her akşamüstü evlerinin yanındaki tepeye tırmanır gelen son trene bakardı!..
Kara tren giderken o günkü son umudunu da alıp uzaklaşırdı tepelerin arasından!
Güneş dağların ardından ekinleri kızıla boyayıp batarken, boynu bükük dönerdi evine!..
Yine babasıyla dolu rüyalarla geçen bir gecenin sabahında erkenden kalkıp babasını bekleyen Nazlı, yataktan bile doğrulayamıyordu!
Ateş ve ter içindeydi!
Annesi başucunda ıslattığı havlularla ateşini düşürmeye çalışıyordu! Gözlerini zoraki açan Nazlı:
“Anne, babam geliyor mu?” diye sorabildi!
Sonra tekrar ağırlaşan gözkapaklarını kapatıp derin uykulara daldı!!!
İşin önemini fark edenler babasına haber verdiler!
“Birkaç güne kadar işlerimi yoluna koyup geliyorum” dedi!
Günün son treni istasyona yaklaştığında, kasabanın üzerindeki kara bulutlar yağma zamanının gelmesini bekliyordu!
Elinde valiziyle trenden inen babanın içini titreten bir rüzgâr esip geçti!!!
Yıllar sonra hasretle, özlemle dönmüştü vatanına!
Ama artık onu sabırla, heyecanla, merakla karşı tepede bekleyen küçük kız yoktu!!!
İstasyondan uzaklaşan trenle birlikte ortalık sessizliğe gömülmüştü!!!
Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…
Bilal KARADAĞ