Her zamanki sabah yürüyüşlerimin birindeyim ve yine her zamanki gibi kendi kendimle söyleşideyim. Bu diyaloglarda bazen motive amaçlı kendimi söylenirken bulurum. Bu arada; kendini dövme ya da kendini övme arasında salınır durur terazi, dengede durduğu sayılıdır.
İşte bu söyleşilerde kendime değişik şekilde seslenirken bulurum kendimi. Bunlardan bazıları; “ cadı seni “, “ tembelaki “, “ seni gidi hınzır kedi seni “, “ tatlım benim “, “ kuzum benim “ gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bu sabah ilginç bir şey oldu; açıkçası hem sevindim, hem üzüldüm. Yolda kadının biri, evinin önüne çıkmış ( belli ki araba bekliyor )elinde sigarası, merhabalaştık. O an; sigaraya başlayışım ve nasıl güçlükle bırakışımı anımsadım ve içim minnetle doldu.
Tabii zihnim rahat durmadı. Oradan başka yere atladı kerata. Sigara başta olmak üzere kötü alışkanlıkları olan ve bırakamadıkları için erken vefat eden erkek yakınlarımız geldi bir bir aklıma, içim acıdı.
Üstelik bu erken ölümlerin faturası da ( şaka yollu da olsa ) ne yazık ki hep kadınlara çıkarıldı. Eşler ya da kız evlatlar üzdükleri için oluyordu hep bu ölümler. Bu suçluluk duygusunu ben de yaşadım hep uzun yıllar.
Fakat bu gün farkındayım ki; seçimlerimiz var ve bunların bedelleri var. Bu bedelleri de biz kendimiz ödemek zorundayız. Yani seçimlerimden tamamen ben sorumluyum. Tıpkı erkek yakınlarımın seçimlerinden, kendilerinin sorumlu olduğu gibi.
Bu farkındalığın verdiği rahatlamayla olsa gerek; birden ağzımdan kendime bir övgü çıktı. “ Güzel kadınım benim “ dedim kendime. Sonra da yadırgadım. Ne oluyor, diye. Bunu bir erkeğin ağzından duymak ne hoş olur, dedim sonra. Derken anladım ki; o an kadın rolümle barışık haldeyim. Tadını çıkar, dedim yine kendi kendime.
Evet, yalnızca bugün için kendimi her yönden güzel ve yeterli buluyorum. Şükürler olsun!