Avustralya’ nın ilk halkı olan yerliler, “ Bir şeye isim vermek onu dünyaya getirmektir “ der. Basit ama kolay değil benim anlamlar dünyamda. Çünkü sahiplenme içgüdüm o kadar yoğun ki sorgulamaktan tadına varamayıp kaygılanıyorum. İşte masal dünyası arkadaşlarım Gupse ile köpeği Şanslı ve yol arkadaşları Zeytin’de olduğu gibi. Adlarını ben koydum. Yerlilerin ve benim anlayışıma göre de onlar benim aracılığımla bu dünyaya geldiler, köşelerine kuruldular.

Mesele burada bitmiyor tabii... İyi hoş yeme içme istemiyorlar ama burada bulunmalarının, ortaya çıkmalarının bir amacı var değil mi? İşte orada henüz tık yok! Bulundukları köşeden onlar bana bakıyor, ben onlara. Belki bu da yaşanması gereken bir süreç. Bakalım.

Bu arada boş durmuyorum, kendimden yola çıkarak bir şeyleri anlayış olarak oturtmaya çalışıyorum. Çünkü çocukluğumda kaldı böyle isim vererek, rol biçerek oynadığım evcilik oyunları. Yaratıcılık oralarda başlıyor aslında, fakat sonraları budana budana o hayal dünyasından elimde kalan kuru bir dal. Çünkü tecrübesiz genç aklımın rüyaları gittikçe azaldı ve ‘günlük yaşamın ışığı altında soldu’. Şükürler olsun ben o kuru dala bu sıralar yeniden can verip onu bir fidana dönüştürebildim. İnşallah gölgesi geniş ulu bir ağaç olmasına aracı olabilirim.

Benim adımı da halam koymuş “Özlem“ diye, babam da eklemiş önüne babaannemin adı İkbâl’i. Kavuşmuş dorukta özlem yüksek istikbâl olarak. Lisedeyken bir şeyleri az çok ters yönde fark etmişim nüfusumda yazılı olan ‘Özlen‘ i görünce. Tanrı orada bir göz kırpmış bana. Görmek istemedim herhalde. Sonra da öyle bir noktaya geldim ki ‘benim adım Özlen‘ dedim durdum. O da yetmedi bir de ‘Gupse Özlen‘ demeye başladım. Anlayacağınız adlarımızın önemini kavradıkça hassasiyetim arttı.

Öylesine bir hassasiyet ki bu her alana yansıdı, kendimi zücaciye dükkânında gezen bir fil gibi hissediyorum diyen içim bazen dışarı taştı. Neyi, ne kadar, kiminle, nerede paylaşacağıma dair hesap kitaplarım arttı derken işin şirazesi kaydı. Fakat bu yolu da başka türlü yürümek mümkün değil sanırım. Ben beni bilmezsem, kim bilecek beni. Sorumluluk benim, seçim benim. İşte şu sorular dergide karşıma çıkınca tekrar bir bakayım istedim adımın konulmasına ve adını koyduklarıma:

 “Uyumlu olmak adına neler kaçırdın bu yaşamda? Bir sonrakine mi bırakmak niyetin? O en temel, basit sorudan nereye kadar kaçabiliriz? Ben kimim? Evet ya ben kimim? Bugüne kadar satın aldığım duygularım, düşüncelerim, inançlarım, tutumlarım, seçimlerim, yargılarım dışında ben gerçekten kimim sahi?”

Nasıl can alıcı sorular değil mi? Son bir ekleme yapıyorum: Ben doğduğumda babam nüfusta çalışıyormuş, yani nüfus cüzdanımı o doldurmuş. Peki, o kalemi tutan el mi o gün ‘Özlem‘ yerine ‘Özlen‘ yazdı sizce? Hayırlısı.