Rüyalarımı yazıyorum yıllardır. Onların kayıtlarını tutarken içeriklerine uygun başlıklar koyuyorum ve bu çok hoşuma gidiyor. ”Süpürgeli Cadı ve Yıldız Tozu” da bu başlıklardan biri. Çok önceden karar vermişim bu konu üzerine yazmak için. Yazımın başlığını da atmışım Word dosyasına ve sonra unutmuşum. Tekrar başlık atınca ikinci bir dosya oluştu aynı başlıkta. Silmedim. Bakalım seri bir yazı çıkacak mı ortaya?

Ben çıkacağına inanıyorum. Çünkü öyle ya da böyle zorlasam da yazın kurallarını; buradaki özgürlüğümü yitirmek istemiyorum. Yıllardır Türkçe’ nin sınırlarıyla kendince haşır neşir olmuş bir insan olarak istediğim gibi bozup yapmak hakkını kendimde görüyorum.Bu bir isyan mı? Evet. Çünkü bu sıralar öyle absürt şeyler yaşıyorum ki eğer biraz olsun gazımı çıkarmazsam çatlayacağım.

Bunları yazıp sinirlerimi iyice germeye niyetim yok, sadece kızgınım deyip geçeceğim. “Negatifi seçmeme hakkım varmış” ve ben de onu kullanmaya gayret edeceğim. Yani süpürgeli cadıyı şimdilik ninnilerle uyutacağım ve yıldız tozları serpeceğim yazımın üstüne. Nasıl mı? Bilmiyorum.

Evren kulak verdiğim ve gözlerimi açık tuttuğum sürece bana işaretler gönderecektir. İnanıyorum. Hatta iman ediyorum. İşte böyle teslim olduğum bir andan bahsedeceğim size. Kitap kafede kitap almama kararı ile kasaya içtiğim kahvenin ücretini ödemeye gittiğimde; oraya konulmuş birkaç kitaptan görseli saç örgüleri olan kitap kapağı dikkatimi çekti ve kararımın arkasında duramayarak kitabı aldım ve çıktım.

İyi ki almışım. ”Saç Örgüsü, “Laettıtıa Colombanı’ dan bir eser. İp ucu vermiyorum. Arzu eden alıp okusun. Beni güçlendirdi ve tam da aylar önce kararı alınan büyüklere masal anlatma etkinliğimin öncesinde ışık oldu, yolumu aydınlattı. Bir kez daha sadece kendimden sorumlu olduğumu anımsattı bana. Kitabın 135. sayfasından yapılan alıntıyla belki üstü kapalı da olsa ne demek istediğimi anlatabilirim inşallah. Şöyle diyor:

“Kabul etmekte zorlansa da maruz kaldığı bu şiddetin bir adı vardı: ayrımcılık! Duruşmalar esnasında en az yüz kere duyduğu ve anlamını ezbere bildiği bu kelime kendisini ilgilendiren bir tanım olamazdı; en azından eskiden öyle zannediyordu. Ayrımcılık “Birine ırkı, cinsiyeti, ailevi durumu, kilosu, fiziksel görünüşü, ismi, sağlık durumu, sakatlığı, genetik özellikleri, âdetleri, cinsel kimliği veya tercihi, yaşı, siyasi görüşü, sendikal faaliyetleri, ait olduğu veya olmadığı etnik kökeni, ülkesi, ırkı veya dini nedeniyle farklı muamele etmek,” demekti.

Bu kelime çoğu zaman, sosyolog Erving Goffman’ ın, “Bir kalıba sokularak sınıflandırmak istenilen bireyi, bu kategoriden ayrıştıran ve farklı kılan özellik” olarak tanımladığı “damgalamak” kelimesiyle bir tutuluyordu. Bu sebepten dolayı acı çeken birey, Goffman’ ın adlandırdığı şekliyle “normal bireylere” karşı çıkan “damgalanmış” bir bireydi.”

Şimdi bu alıntıyı bir köşeye bırakalım ve dün akşam gerçekleştirdiğim “ Masallar İyileştirir “ atölyemin sabahı hissettiklerimle bu birinci bölümü sonlandıralım ki ikinci bölümün önü açılsın. Soruyorum kendime:

“Nasılsın Gupse Özlen?”

Gelen yanıt çok net:

“İyiyim hem de çok iyiyim. Teşekkürler.”

Böyle olunca yaşam bana güzel görünüyor, yıldız tozları kaplıyor her yanı. Sihirli bir alanın varlığına inancım artıyor. Bu fikrimi desteklediğini düşündüğüm Nazlı hocamın bir paylaşımı ile yola devam diyorum:

-Sana bir hikâye anlatayım. Kırkayak bir gün yürüyormuş. Kuşla karşılaşmış ve kuş sormuş; Ya demiş kırk tane ayağın var. Nasıl organize ediyorsun? Kırkayak düşünmeye başlamış. Gerçekten nasıl yapıyorum. Derken ayakları birbirine karışmış. Bu birçok öğrencimin başına geliyor. Çok normal. Kırkayağın hikâyesini burada bitirirler. Ama ben devam ettiriyorum. Ertesi gün ayaklarının dolandığı yerden kalkmış. Zihin ve beden bütünlüğünü korumaya çalışarak farkındalıklı yürümüş. Önce yapamamış ama sonra farkındalıklı yürümüş. Ormanda herkes “Woww kırkayak sana ne oldu? Çok güzel yürüyorsun demiş.” diye devam ettiriyorum ben.