Kendimi bildim bileli, ne içinde bulunduğum bedenimle ne de içine doğduğum aile, şehir, ülke hatta gezegenle barışık yaşadım. Hep bir kavgam vardı çoğu zaman anlamlandıramadığım. Bugün bile daha pasif agresif bir yerden de olsa devam ediyor açıkçası. Ne kavgam bitti ne sevdam adlı parça fon olarak kullanılabilir bu paragraf için.
İşte ironi dedikleri bu olsa gerek! Zihnim yine daldan dala atlıyor ama durdurmam gerekiyor. Şu an gerçekten ciddiye almam gereken bir iş yapıyorum. Görücüye çıkacak bir yazı hazırlığı içindeyim. Öyleyse gereken özeni göstermem için zaman zaman abarttığım ciddiyetime ve disiplinime ihtiyacım var. Yerden yere vursam da onları, çünkü beni sabote ettikleri alanları da görmüyor değilim, hangi alanlarda nasıl kullanmam gerektiğini öğrenecek olan benim. Bu da gölge yanlarım üzerinde çalışarak oluyor. Elimden gelenin en iyisini yapıyorum ve gerisini oluruna bırakıyorum.
Şu sıralar beni çok zorlayan ‘aşırı hassas egoma‘ hizmet eden ‘her şeyi aşırı ciddiye alma’ özelliğim ile başım derde giriyor. Çok detaylandıramıyorum ama farkındayım. İşin kötüsü farkındayım diye geçecek beklentisine girmem. Hani diyorlar ya, fark edince gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi siner harekete geçemez. Bende henüz öyle olmuyor.
İsteklilik her kapıyı açar diyorlar ya, çok istediğim halde neden olmuyor diye ikinci adımda isyana geçiyorum. Fakat istekliliğimin işlediği alan gölgelerimi reddederek sadece bahsettikleri ve benim de zamanla tanık olduğum armağanlarını almak.
Örneğin ‘aşırı hassas egonun’ armağanı; dengelediğim sürece bana açtığı alanda tüm canlılara elimden geldiğince gösterebildiğim şefkat. Yaşamımın kahramanı olarak ruhumun yaşadığı karanlık bir geceden size bir anekdot aktarmak istiyorum.
“Bana şefkatli olduğumu söyleyen bir kişiye karşı çıktım bir gün. Hissetmediğim bir duygunun varlığını kabul edemem dedim. O da dedi ki; ‘Peki köpeğin Argos’a hissettiğin duygu sence ne?’
- Ha, evet onu kabul edebilirim. Fakat sadece ona hissediyorum dolayısıyla bu ben şefkatliyim demem için yeterli bir veri değil bence.
- İşte böyle kendimize haksızlık edebiliyoruz. Göle taş attığın zaman nasıl dalga dalga büyüyorsa biz de öyle zamanla başkalarına da şefkat duyar hale geliyoruz. Zaten var olan potansiyelimiz büyüyor genişliyor. İki uçta gidip gelmek zorunda değiliz demişti.”
Evet, bugün bu potansiyelimin genişlediğini farkındayım. Kurtarıcı rolüne soyunmadan bunu gerçekleştirebileceğim bir alan çıktı önüme şükürler olsun. Değerlendirebilir miyim bilmiyorum. Çünkü bu sadece benimle ilgili değil. İşte bunun özeti olan aşağıdaki alıntıyı ekliyorum yazıma:
“Ancak gölge, kişiliğin kutsal, hoş, güzel ve güçlü boyutlarını da verebilir. Özellikle kadınlar için gölge hemen her zaman varoluşun kültürleri tarafından yasaklanmış olan ya da pek destek verilmeyen çok güzel ve incelikli yönlerini içerir. Birçok kadının psişesindeki kuyunun dibinde hayalperest yaratıcı, kurnaz doğrucu Davut, uzağı gören, kendisi hakkında küçümsemeden iyi söz edebilen, yaltaklanmadan kendisiyle yüzleşebilen, sanatını mükemmelleştirmeye çalışan biri yatar. Kültürümüzdeki kadınlar için gölgedeki olumlu itkiler çoğu zaman el yapımı bir hayatın yaratılmasına izin vermekle ilgilidir.”
Yetmedi mi!?
Alın bir alıntı daha:
“Sözün büyüsünden doğan ve gelişen masallar çok geç yazıya geçirilmiştir. Hatta denebilir ki yazıya geçirilmiş masal, masal değil, masalın gölgesidir. Gölgenin varlığı esas bedenin ispatıdır. Gölge varsa aslı da vardır. Yazıya geçirilmiş bu gölge varlığa ancak anlatıcılar kendi ruhlarından ruh üfleyerek mevcudiyet kazandırabilirler. Böylece masal anlatıcısının özünden süzülerek sözün elbisesini giyer ve bu dünyada vücut bulur. Onun mevcudiyeti ışığın habercisidir. Zira ışığın olmadığı yerde ne vücut ne gölge görünür olur.” Nazlı Çevik Azazi “ Masal / İki Dünya Arasındaki Aşk”