Can sıkıntısı, kendinle baş başa kalmaktan duyulan sıkıntıdır diye okumuştum bir yerde. Onun için kendimle baş başa kalamıyor- dum, diyelim de daha fazla ertelemeyelim bu durumu. Çünkü yaşadıklarımdan öğrendiğim kadarıyla ben bana lâzımım. En çok da kendi kendimle baş başa kalmaya ihtiyacım var. Yine okuduğum bir yazıda ‘ can sıkıntısı; merak, yaratıcılık ve yeniliğe kanalize edildiğinde bizi kıstırıldığımızı hissettiğimiz kapandan çıkarır’ diyordu.
Bu minvalden yola çıkarak bazı eş zamanlılıkları paylaşmak istiyorum:
Varan 1: Düzenli aldığım dergiden geldi ilk eş zamanlılık. Yeni yıl ritüelleri adına birçok seçki sunulmuş yazıda. Biri de, boş bavul metaforu. Kolombiyalılar, seyahatle dolu bir yıl geçirmek için yılbaşı gecesi boş bavullarla sokak sokak dolaşırlarmış.
Yeni tanıştığım ve ilk defa bir kitabını aldığım sıradaki örnek, Keri Smith’ den geliyor. Kitabın adı ‘Nasıl Dünya Kâşifi olunur’. Her şey ilginç bölümünde şöyle bir alıntı yapmış yazar:
“Doğru yerde doğru zamanda ortaya çıktığı takdirde her şeyin değeri var. Mesele bu değerin, bu niteliğin farkına varmakta ve onu kullanılabilir bir şeye dönüştürmekte. Değerli bir şeye denk gelir de onu metaforik valizinize koyarsanız kullanabileceğiniz bir zaman kesin gelir. Jurgen Bey”
‘Bavul’ metaforu bu iki ayrı basılmış literatürde karşıma çıkıp dikkatimi celbedince inkârım kırıldı. İtiraf ediyorum; nasıl da gezesim var anlatamam... Nasıl da metaforik valizimdekileri kullanasım var kendimi tam ve bütün hissetmek adına...
Varan2: Müze örneğine gidiyoruz. Katıldığım atölyelerde ya da bireysel terapilerimde olsun karşıma çıkan müze örneği Keri Smith’ de de karşıma çıktı. ’Nasıl Dünya Kâşifi Olunur ‘ adlı kitabında bir uygulama buna dair. Çocukluğumuza ait nesneleri ya da daha genel anlamda şeyleri topladığımız bir müze. Hani şu zihinsel depolamada bahsedilen müze gibi. Çağrışımlardan devam edecek olursam; Sunay Akın’ın ‘Oyuncak Müzesi’ veya Orhan Pamuk’un ‘Masumiyet Müzesi ‘ gibi gibi. Her ikisini de gezdim, çok beğendim. Ben de kendi müzemi oluşturuyorum yavaş yavaş. Bebek eviyle başladım işe hayali de olsa. Bakarsınız bir gün gerçek olur ve benim de kucağım dolu dolu olur. Bakalım.
Varan3:Önce alıntıyı paylaşıyorum:
“Çelişik görünse de yalnız kalabilme yeteneği sevebilme yeteneğinin tek koşuludur. Kendi başına kalmaya çalışan kişi bunun ne zorlu bir iş olduğunu anlayacaktır. Huzursuz olacak, yerinde duramayacak ya da gittikçe artan bir korku duyacaktır. Kendisini dinlemek istemeyecek, bu isteksizliğini, bunun değersiz bir şey olduğu, aptallıktan başka bir şey olmadığı, çok fazla zaman aldığı, vb, vb… gibi düşüncelerle kendine göre açıklama yoluna sapacaktır. Bir sürü düşüncenin kafasına üşüşüp onu doldurduğunu görecektir.”
Diye devam ediyor alıntı. Nerede mi? Erich Fromm’un Sevme Sanatı adlı kitabında. Bu kitap benim kitaplığımda da vardı. Fakat kitaplığımı zaman zaman yaptığım boşaltmalarından birinde elden çıkarmıştım bu kitabı. İçsel olarak aldığım bir karar üzerine de birkaç kez okuduğum bir kitabı tekrar okuma gereği duyarsam para verip satın almayacağım demiştim. İşte geçen sene Sonay hocamın bir konuşmasında bu kitabın adı geçince kütüphaneden bu kitabı alıp okumak bugüne denk düştü. Ayrıca okuma grubumuzda bu ay seçilen Stefan Zweig ‘e ait ‘Satranç‘ adlı kitabı da alıp okudum. Her iki kitabı okumuş olanlar, yazımın konusu olan ‘can sıkıntısı‘ ile bağlantı kurabileceklerdir. Okumayanlara da belki teşvik edici bir rol oynar bu ayrıntı.
Allah’ın pazarı üçtür, diyelim ve diğer eş zamanlılıkları şimdilik bir kenara bırakalım. Çünkü hoca verir talkımı kendi yutar salkımı hesabı bu kadar üzerimde çalışıyorum, yazıyorum- çiziyorum ama tadını çıkarmaya gelince es geçiyorum telaşımdan. Allah biliyor ya, çok arzuluyorum yavaşlayıp yapabildiklerime odaklanıp kendimi ‘aferin sana’ diyerek kucaklamayı.
Bedenim çok bilge sağ olsun! BAKIYOR Kİ bu ihtiyacımı benim gidereceğim yok kumandayı o ele alıyor. Nasıl mı? Aylardır sol kol ve omzum çok ağrıyor giyinip soyunmamı etkileyecek kadar, ardından sol dizimle başlayan dizlerimdeki ağrılar yürümemi hele ki merdiven inip çıkmamı engelleyecek şekilde arttı. Kısacası beni yavaşlatıyor ve ağrılarıma şifa vermek üzere de bol bol sarılıyorum kendime. Geriye ne kaldı dersiniz? Bunu öfkeyle değil de kendime şefkat duyarak yaptığım gün biliyorum ağrılarım da geçecek. Dediğim gibi beden çok bilge ve onurlu aynı zamanda. Hiç öyle itilip kakılmaktan hoşlanmıyor. Saygıyı hak ettiğini biliyor.
Alanıma düşen bu bilginin kıymetini bilenlerden olmaya niyet ediyorum. Hayırlıysa kolaylıkla, sevgiyle ve neşeyle Olsun. Âmin!