Arabesk müzik dinlemezdim hiç ve hatta dinleyenleri aşağılardım acıdan besleniyorlar diye. Hâlbuki siyasi, toplumsal, sosyolojik, psikolojik kökeni ne olursa olsun acı acıdır bence. Bunun ızdıraba dönüşmesi ise kişisel bir bakış açısıdır diye düşünüyorum. Öbür türlüsü bana ters geliyor. Ya da öyle gelmesi için bir araştırma alanı açıyor böyle düşünmek. Belki de ancak o zaman çektiğim acılar bir anlam kazanacak gözümde.
Şöyle ki; Ben oğlumun babasıyla henüz evlenmeden önce 12 Eylül genci olarak bir paya de kazandıran hapiste yatma olayında, ben dışarıda o içeride hasret çektik. O hapiste bir kasede “ Dağlar Dağlar “ adlı parçayı okumuş ben dışarıda döndüre döndüre ağlayarak bu parçayı dinlemiştim. O, bizim şarkımızdı. Rahmetli oğlumla bunu paylaştığımda gülmüştü; “Aman anne ne romantikmişsiniz bulamadınız mı başka parça? “ demişti. Evet, bugünkü anlayışımdan ve gençlerin anlayışından da oldukça uzakta olabilir. Yakınlık ise o yargıladığım insanlardan acıdan beslenme konusunda farklı olmayışımdı. Bu acıdan beslenmek benim yaşamdan beslenme şeklim olmuş. Bugün de böyle. Fakat tek fark farkındalığım. Evet, acı var, fakat ızdıraba dönüştüren benim. O ince çizgiyi bazen fark ediyorum. Fark ettiğimde bazen durdurabiliyorum. Bana göre bu da bir gelişim.
Neyi ne kadar yapabilirim? Bilmiyorum. Fakat daha hafif ilişkiler yaşamaya niyet ettiğim kesin. En başta kendimle ilişkim olmak üzere bunun için elimden gelenin en iyisini yapıyorum. İçsel bir durum, fakat dışsal yardımlara ihtiyacım var. Yüksek Gücüm bunu kulları aracılığıyla yapacak diye düşünüyorum ve gelen yardımları kabul ediyorum hatta bazen aç gözlülük gibi gelse de talep ediyorum.
İşte bununla ilgili gördüğüm rüyanın adı “Güz Gülleri “ olduğu için bu kadar girizgâh. Aslında söylenilen başka bir parçaydı ama anımsayıp yazayım derken alışkın olan tarafım aşkın olan tarafıma baskın çıktı ve “ Güz Gülleri “ oldu parçanın ve rüyanın adı. Rüyadaki ana duygu da yastı. Bence uygun da düştü duygusuna. Yas sadece fiziksel ölümle ilgili değil artık benim için. Ayrılıktan tutun da yaşanılan her kayıp arkasından tutulmaması imkânsız bir süreç. Tutmayı erteleyebilirsin, bastırırsın ama öyle ya da böyle bir gün patlar ve süreç olarak varlığını ortaya koyar yas. Ha yine burada seçim hakkımız var bence; ya yaratıcılığını beslemeyi seçersin ve sanata dönüştürebilirsin bunu, ya da hastalık olarak çekersin.
Yaratıcılık derken illa dev projelerden bahsetmiyorum. Kendimden örnekleyecek olursam oğlumun ölümüyle yaşıyor olduğum yas sürecinde kapalı gruplarda da olsa iki eylemde bulundum. Biri “Unutamam Seni “ adlı parçayı söylemek, diğeri de bir masal yazıp okumak. Her ikisi de ona ithaf edilmiş birer eylem olduğu için çok kıymetli.
Sonra oğlumla ortak sevgi havuzumuz torunum dediğim Argos’ la ilgili çalışmalar da yaptım. Yapmaya da devam ediyorum. Bu sayfalarda sizinle paylaşım yaptığım yazılarım da benim için yine birer ürün saygıyı hak eden.
Kişisel alanda yaşım ve yaşanmışlıklarımdan yola çıkarak daha birçok kaybım var. Bunlardan biri de konfor alanımda beni yumuşacık, kendimi özel hissettirecek davranışlara kendimi açık kılmak. Rüyamda da baskın olan buydu. Özel bir erkek partnerle ağız tadıyla bir kahve içip sohbet etmek, şarkılar söyleyerek eğlenip gülmek, “ Ver paltonu ben taşıyayım sana yük olmasın!” dediğinde gönül rahatlığıyla bunu kabul etmek, kalabalıkların içinde utanıp sıkılmadan önceliği birbirimize verebilmek gibi gibi... Liste uzar gider ama benim yalnızca bugün için listeyi uzatmaya niyetim yok. Çünkü sonu yok. Hâlbuki bir yerden başlamak lâzım. Hazırlık yapa yapa bir türlü hiçbir konuda eyleme geçemediğime karar verdim.
Bu dolunay kuvvetli bir dolunaymış. Sürekli daha fazlası diyen mükemmeliyetçi zihnimin hiç susmayan sesine rağmen ben önceliklerim doğrultusunda adım atabilmek için Yüksek Gücümden yardım istiyorum.
“Lütfen Tanrım, yaratım tablomu sen ve ben biliyoruz. Yâr ve yardımcım OL! Âminnn!!!”