Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in yakın dostu olduğu söylenir. Şair, edip, siyasetçi, fikir adamı, çok renkli ve çilekeş bir insan olduğu nakledilir.
Rivayet edildiğine göre; kendisi okuldan atılıp tekrar öğrenci olmak üzere dönemin Milli Eğitim Bakanı’na bir dilekçe yazar.
Dilekçenin başlığı; “Yüksek makamın alçak vekiline…” diye başlayınca, kimse dilekçeyi Bakan’a vermeye cesaret edemez ve O, okul yerine hapishaneye girer!
O günden sonra da yazdığı her yazı olay olur ve arka arkaya girip çıktığı hapishane kapılarını kastederek çoğu yazısını “Açın kapıları Osman geliyor” diye bitirir.
Çeşitli yazıları sebebiyle 8 kere hapse girer. Sekizinci mahpusluğun sonunda dokuzuncu durak olarak mebuslukta bulur kendini!
Adalet Partisi’nden milletvekili olur. Meclis kapısında o zamanlar döner kapı vardır. İlk girişte döner kapının dörtte birlik dilimine girer ama meclisten içeri girmez, döne döne epeyce bir tur atar.
Arkadaşları, “Yahu Osman, ne dönüp durursun, girsene meclise” dediklerinde, cevap şudur: “Ülen arkadaş! Bu meclis ne menem bir yer? Daha kapısından girerken döneklik başlıyor!”
Döne döne de olsa meclise girer, bu sefer kravat takmaz. Meclis amirleri kendisini uyarır, iç tüzük gereği kravat takmanın zorunlu olduğunu söylerler, bu sefer kravatı boynuna değil, kemer gibi beline takar gelir.
Yine olmadığını söylediklerinde; “Kardeşim tüzük dediğiniz yerde ‘kravatlı olunacak’ deniyor, illa boynuna, boğazına tak diye bir kayıt yok, alın size işte kravat” der.
Bir gün hararetli tartışmalar yapılır, hızını alamaz, kürsüye çıkar ve “Bu meclistekilerin yarısı hıyardır” der.
Tüm milletvekilleri sıra kapaklarına vurur, tepki gösterirler ve başkan sözünü geri almasını ister.
O da “Tamam sözümü aynen geri alıyorum, meclistekilerin yarısı hıyar değildir” der ve kürsüden iner.
Yarısı hıyar değilse, diğer yarısı ne? Düşünün durun.
Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, onun bu tür hareketlerinden ve esas önemlisi de fikirlerinden rahatsız olur:
“İçimizde Serdengeçti varken muhalefete filan lüzum yok” der ve kendisi de zaten yerinin Adalet Partisi olmadığını anlar ve sonuçta bu partiden ihraç edilir.
Hayatı sıkıntı ve çilelerle geçer, sonunda Parkinson hastalığına yakalanır ve sürekli titremektedir.
Öyle ki önündeki çay kaşığını bile karıştırmaya mecali yoktur. Kendi kendine; “Hey koca Osman hey, zamanında meclisi, dünyayı karıştırıyordun, şimdi şu ufacık çay bardağını karıştıramıyorsun” diye hayıflanır.
Eli ayağı sürekli titrediği için ziyaretine gelenlere o halinde bile espiri yapar:
“Başbuğ ‘Ey Türk titre ve kendine dön’ demiş ama ben boyuna titriyorum, bir türlü kendime gelemedim” der.
Merhum Prof. Dr. Necmeddin Erbakan Hoca Milli Nizam Partisi kuruluş çalışmalarında Osman Yüksel’in Cebeci’deki evinde toplantılar yapmış.
Hatta Milliyetçi Hareket Partisi’nin ambleminin bozkurt değil de 3 hilal olmasında da “Biz Osmanlı torunuyuz” diyen Rahmetli Serdengeçti’nin rolü olmuştur.
Siyasetimiz de, edebiyatımız da, kültür hayatımız da Serdengeçtivari isimlere hasret vesselam…
Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…
Bilal KARADAĞ