Kasvetli Karakış’ı geride bıraktık gayrı…
Özlem dolu ılıman havanın kâinata sirayet edişiyle birlikte İlkbahar’ın gelişi belirdi. Eşref-i Mahlûkat’ın yüz şemailini hafifçe okşayarak baharı müjdeleyen meltem kıvamındaki esintilerle rehavetten sıyrıldı tabiat…
Her zerrenin canlanması ve yemyeşil örtünün doğaya hâkim olmasıyla birlikte adeta yeryüzüne mehtabın doğuşu belirginleşti.
Böylesine mükemmel bir mevsimin insanlık âlemine “günaydın” demesiyle birlikte, asker arkadaşlarımızla beraber gelenekselleştirmiş olduğumuz “Asker Arkadaşları Buluşması” isimli gezi programına katılmak üzere, geçtiğimiz hafta “Dadaşlar Diyarı” olan Erzurum’a doğru yola koyulduk.
Karayoluyla yapmış olduğumuz seyahat esnasında, doğal olarak Malatya, Elazığ ve Bingöl kentlerinden transit geçti yolumuz.
Adıyaman’da yola koyulduktan sonra, “Battalgazi Diyarı” olarak bilinen Malatya’nın Doğanşehir ilçesine vardığımızda, yemyeşil mışmış (kayısı) bahçeleriyle karşılaşmış olduk.
Malatya-Elazığ il sınırına kadar yol boyu yeşil örtüsüyle gözümüze hitabeden mışmış ağaçları, adeta göz kamaştırıyordu…
Doyumsuz mışmış bahçelerini seyre dalarken, Malatya il sınırında birden gözümüze takılan Fırat nehrinin kendi yatağından sessiz-sedasız akışı hayli düşündürdü beni.
Çünkü Fırat’ın deli dumrul suyuna kapılıp, yaşama veda eden telli-duvaklı gelinlerin hikâyesini çocukluk çağımda çok duydum.
Hatta ünlü ses sanatçısı İbrahim Tatlıses’in “Kesin Şu Fırat’ı” isimli türküsünün klibine de konu olmuştu taze bir gelinin suda gark oluşu.
Dolayısıyla henüz muradına ermeden, Fırat’ın akıntısına kapılıp dar-ül bekaya doğru yol alan taze gelinlerin acıklı hali aklıma düştü diye, dakikalarca Fırat’ı seyre daldım ve derin bir “Of” çektim…
Seyir halinde yolumuza devam ederken, “Kakkoşlar Diyarı” olan Elazığ’a vardığımızda, kısa bir mola vesilesiyle şehrin doyumsuz güzelliğini görme fırsatı yakaladık.
Sırtını Harput’a dayamış olan Elazığ şehri, modern ve yaşanabilir bir kent konumunda olduğu her halinden belliydi.
Özellikle şehir çıkışında, Bingöl yol istikametindeki Keban Barajı, masmavi görünümüyle Elazığ’ı cazibeleştirmiş adeta.
Derken, yaylalarıyla, soğuk sularıyla meşhur olan Bingöl’e vardık.
Bingöl’den Erzurum’a dek yol boyu dağların yamacından derelere doğru şarıl şarıl akan suların, kimi yerde şelaleleşmiş hali görmeye değerdi.
Bingöl’ün her tarafı merayla süslenmiş, yüksek dağların zirvesi ise, kar’ın bembeyaz örtüsüyle bürünmüş halde.
Gözümüz düz araziyi çok aradı, ama peş peşe sıralı beyaz örtülü dağlarla hep karşılaşmış olduk. Belli ki Bingöl’ün coğrafi yapısı hayvancılığa oldukça elverişli…
Bingöl’den sonra yol güzergâhımızın önemli bir durağında bulunan Bingöl’ün Karlıova ilçesini geride bırakırken, gökyüzünde toplanan kara bulutlar eşliğinde yolumuza devam ettik.
Derken belli aralıklarla bulutların ağlamasıyla birlikte hafifçe yere nazlı nazlı düşen yağmur damlacıkları eşliğinde, son durağımız olan “Dadaşlar Diyarı” Erzurum’a doğru giderken hayli sıkıntı yaşadık.
Çünkü Karlıova’yı Erzurum’a bağlayan karayolunda oluşan çukurlar nedeniyle, güzergâhın önemli bir kısmı adeta köstebek yuvasını andırıyordu.
Aracımızın tekeri çukurlara düştükçe tabiri caiz ise içimiz dışımıza çıkıyordu. Kendi kaderine terk edilmiş olan söz konusu bölge, ya siyasetçilerin uğrak yeri olmamış, ya da umursanmayıp ötekileştirilmiş…
Adıyaman’dan yola çıktığımız andan itibaren, büyük bir keyifle seyretmiş olduğumuz yolculuğumuza, maalesef malum bölgenin olumsuzluğu gölge düşürdü…
Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…
Not: Kısmet olursa yarın Erzurum izlenimlerimi bu köşede aktarmaya çalışacağım.
Bilal KARADA