Şairin dediği gibi:
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider....
Gider hemde nasıl geçer…
hey gidi hey!
Ne bileyim hep bu bayramları çocuksu bir heyecanla, sevinçle anımsar, anımsadıkça alır beni ta ilkokul yıllarıma götürür, götürürken de anılarımın tam içine hapseder. Kayıp gider birçok yaşanmışlıklar gözlerimin önünden. Yaptıklarım, yapmak istediklerim, sevinçlerim, hüzünlerim… hepsi sıralanır parça parça yamacımda.
O ilk heyecanım…
Yıl 1983…
Nisan ayının kendine münhasır, ağır, biraz nemli, ılık-soğuk karışımı havası eşliğinde, Karadeniz’in hırçın köpüklü dalgalarının kıyıdaki kayaları döverek, püskürttüğü tanelerinin yüzümüze vurduğu bir bayram sabahı…
Günlerdir hazırlanıyoruz bu özel gün için. Okulda ayrı, ev de ayrı telaş. Öğretmenimiz her daim “Ezberledin mi şiirini?” sualiyle yanı başımda. “Hadi bir daha oku!” Başlıyorum… “Bugün 23 nisan neşe doluyor insan…” diyerek sözlerime. Evde ise belirlenen o kırmızı beyaz kıyafetin hazırlığı telaşla devam ediyor. Fırfırlı kırmızı eteğim, kırmızı parlak, fiyonklu papuçlarım, kırmızı hırkam… Beyaz çoraplar, beyaz tişörtüm… Her şey tam emrime amade şekilde odanın başköşesinde duruyor. Heyecan ise almış başını gidiyor, kaygı, korku, panik, sevinç, mutluluk, coşku ne dersen var…
Sabah oluyor, güzel giysilerim giydirilmiş, saçlarım iki kulak bağlanmış. Annem günlerdir uğraştığı eserine gururla bakıyor. Ne çok emek vermişim, ne güzel olmuş dercesine… Babamın 70 model Askeri tip kırmızı Tuzla Jipinin arkasında heyecanın doruğa ulaşmış şeklinde tenteneli camdan dışarıyı izlerken ağır aksak ilerliyoruz denize sıfır okulumuzun bahçesine. Herkes gelmiş, öğrenciler yerlerini almış, veliler hınca hınç etrafı doldurmuş. Bayram coşkusu küçük kasabamızı kırmızı beyaza boyamış. Herkesin elinde o minik saplı bayraklar, kendinden emin, mağrur öğretmenler, öğrenciler, veliler…
Tören başlıyor, nisan rahmeti indi inecek, dalgalar bize ulaştı ulaşacak ama ruhlar, gönüller, yürekler huzurlu, mutlu, şen… kimin umurunda Nisan’ın aldatıcı havası…
Müdürümüz konuşuyor, tek tek şiirler okunuyor ben ise olduğum yerde yapamayacağım korkusuyla tirtir titriyorum. Tatlı heyecan buna denir aslında; şimdilerde arayıp da bulamadığım çocuksu, minik heyecanlar…
Evet, sıra bende… Alıyorum mikrofonu elime, tüm heyecanıma, korkuma inat gümbürdetiyorum bas bir sesle ortalığı. Sesim kesiliyor, alkışlar her yanımı sarmalıyor sanki, başarıyorum, gururlanıyorum ve ağlıyorum… Neden ağlıyorum bilmiyorum. İlk bayramım, ilk heyecanım gözyaşlarımla birlikte dökülüveriyor…
Veeee, o meşhur bandomuzun ritmik sesi dolduruyor her yeri. Geçit törenimiz başlıyor. Bütün kasabayı dolaşma turuna geçiyoruz. Önde bando, arkada öğrenciler, geride kalan veliler… Bizi selamlayan yol kenarındaki insanlar, evlerinin penceresinden sarkan kadınlar, çocuklar el sallıyorlar... Polis yol kenarında bekliyor, doğu Karadeniz’in o meşhur E-5 karayolu trafiğe kapanmış, otobüsler, kamyonlar sıra sıra dizilmişler… Önemli bir gün… Biz yürüyoruz, biz üstünüz, biz yüceyiz… Biz bu baharın açmamış tomurcuklarıyız… Biz bayramımızı selamlıyoruz… Selam olsun herkese… Bugün bayram… Bugün bizim günümüz… Hey! Bugün bizim günümüz!!!
Herkes anlasın biz özeliz, önemliyiz. Biz çocuğuz… Biz öğrenciyiz… Baksanıza nasıl yürüyoruz, nasıl da insanları coşturuyoruz, titriyor yer gök, hava, su toprak… Baksanıza şu denize nasılda coşup coşup kabarıyor…
Kolay mı kazanıldı bu topraklar, öylesine mi verildi bize bu bayram. Yıl 1915 ülke işgal, işgal şehrin içinde binlerce tutsak çocuklar. Açlık, yokluk hat safhada. İnsanlar evlerini yurtlarını terk etmiş, yollara dökülmüş, insafsızlar acımadan, büyük küçük demeden yakıyor, yıkıyor, süngülere çekiyor. Anneler soğuktan nasibini almış çocuklarını doğanın acımasız şartlarında kurtaramıyor, kimi donuyor, kimi sel sularının kollarında kayboluyor… Yok oluyor çocuklar… Onlar gülemiyor… Yaşayamıyor hiçbir şeyi. Daha büyümeden, 15 yaşını doldurmadan aç susuz cephelerde bir parça toprak sevdasına canını siper ediyorlar bu ülkeye.
Bu topraklar çocukların kanıyla ıslandı, onların hayallerine gömüldü… Şimdi bayram, şimdi bizim günümüz… Hem bize bu toprakları canı uğruna bahşedenleri yad ediyor, hem de göğsümüzü kabarta kabarta yürüyoruz yollarda…
Ne mutlu ki biz Türk çocuklarıyız. Ne mutlu ki bizim atamız bizi düşünmüş, bize bayram vermiş… Hey! Yer gök inlesin biz Türk çocukları, bayram çocuklarıyız….
Gözlerim doluyor, o günün büyüsünden, sarhoşluğundan nasibimi almışçasına içleniyorum… Şairin sözlerine yine takılıyorum. “Evet ortasındayım hayatın,” diyorum. Ardımda bıraktığım çocukluğumun ve nice nice gururla yaşadığım bayramlarında ilerisindeyiz diyorum… Yok olan, her gelen yıl bir öncekinden daha sönük geçen bayramlarımız… Düşününce içimde bir kor tutuşuyor, yüreğimin içinde inceden bir sızı yayılıyor. Artık yok oluyor her şey diye esefleniyor, kırılıyor, öfkeleniyorum…
Yok artık bandolarımız, yüzlerinde başarının getirisiyle oluşan tebessümler, mağrur bakışlar… Ellerinde bayrakla gezinen vatandaşlar, okul bahçelerine koşuşan insanlar, sokaklarda, caddelerde yürüyüş yapan öğrenciler… Gösteri heyecanı… Her şey kapalı bir kutu oluyor… Siliniyor, sis bulutunun ardında kalıyor…
İşte o vakit hep büyüklerimizden duyup kızdığımız şimdi bizler birer büyük sıfatını alarak kullandığımız, “Ah o eski bayramlar!” demekten alı koyamıyorum kendimi…