Dünyanın kuruluşundan beri toplumlar iki ana sınıftan oluşa gelmiştir. Yönetenler ve yönetilenler…
Özellikle yöneten ve adaylarının ağızlarında sakız gibi çiğnedikleri ve yönetilenlere taahhüt ettikleri iri kelimelerden bir kaçı eşitlik, hak, adalet, özgürlük ve zenginlik…
Güçlü devlet karşısında zayıf kalan bireyin sorunları, tarihte hukuk sosyolojisinin ortaya çıkış nedenlerinden biri olmuş, 1789 Fransız Devrimi ise, “sosyolojinin laboratuarı” olan tarihteki politik mücadelelerin önemli bir örneğini oluşturmuştur.
www.otekisinema.com/danton-1983/ adresinden de izlenebilecek Fransa-Polonya ortak yapımı Danton adlı filmde, anılan devrim sonrası “yoldaşlar!” arasında çıkan “Devleti kim yönetecek?” sorunu ve bu sorunun çözümü gibi sunulan, bazen de “çözüm” yerine “düğüm” olan “Devrim, önce kendi çocuklarını yer.” sözü, filmin ana temasını oluşturuyor… Hem acı, hem de ibret verici bir şekilde…
Filmde, Maximilien Robespieere’in devrim öncesi basın özgürlüğü ve adaleti savunmasına karşın yönetimi aldıktan sonra ilk işinin gazeteyi yasaklaması ve matbaayı kapatıp matbaacıyı tutuklatması, kendi safına çekmeye ikna edemediği “eski yoldaşı/yeni rakibi”, filmin kahramanı Danton’u, “ideolojik baskı aygıtı” olarak kullandığı “hukuk” eliyle “yok etmek” için kurduğu sözde mahkemenin, “gizlice” öldürmekle tehdit ettiği hâkimleri tarafından savunma hakkı elinden alınıp tanıkları dahi dinlenilmeden sözüm ona “adalet(!)” adına giyotinle idam ettirmesi anlatılıyor…
Danton’un giyotine giderken, Robespierre’nin evinin önünden geçişte dudaklarından dökülen “Robespierre, arkamdan geliyorsun!” sözüne karşılık gerçekten de Robespierre’in de üç ay sonra aynı giyotine gittiği biliniyor…
Geçmişe baktığımızda Danton ve Robespierre’lerin Fransız Devriminin ötesinde dünyanın kuruluşundan beri sadece ülke yönetimlerinde değil, siyasi partiler, ticari şirketler, aileler, spor kulüpleri ve diğer birçok iktidar odaklarında da vücut bulduğu ve bulmaya da devam edeceği, İnsan ve Yurttaş Hak ve Özgürlükleri Hareketi olarak tarihte yer edinen 1789 sonrasında, yönetilenlere tam olarak yansımayan, yansıtılmayan veya yansıtılamayan “perde gerisinde” ortaya çıkan sorunlar ile devrim öncesi “kulağa hoş gelen sloganların” içinin boşaltıldığı görülüyor.
Devrimcilerin iki yüz yıl önce kendilerine iktidar kapısı açan “kutsal insanı” bir yana bırakarak bu kez içlerinde tek gizli hedef haline getirdikleri iktidar kapısını elden bırakmamak amacıyla “kutsal devleti(!)” korumak adına bukalemun gibi değiştiklerinin dışında Robespierre’lerin ruhunun hala günümüz dünyasında dolaşıp dolaşmadığı da hissedilir…
Ülkemiz demokrasi tarihinde 15 Temmuz 2016’daki tanklı, toplu darbe teşebbüsüne, Cumhurbaşkanımızın ve milli iradenin etrafında kenetlenerek, hem de silahsız olarak kanı bahasına ilk kez karşı çıkma basiretini gösteren halkımızın kahramanlığını beyaz perdeye yansıttığını okuduğum Börü filmini izlediğimizde de yine bu köşede kritiğini yaparız inşallah…
ANMA: Terör örgütleri ile silah kaçakçıları arasındaki bağı ortaya çıkaran cesur Gazeteci-Hukukçu Uğur Mumcu’nun 24 Ocak 1993’te, Diyarbakır’da ceberrut devlet anlayışını ayakları altında ezen halkçı İl Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan’ın 24 Ocak 2001’de şehit edilişlerinin yıl dönümleri münasebeti ile aziz hatıraları önünde saygı ile eğiliyor, tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.
Ruhunuz şad, mekânınız cennet olsun…
[email protected] 0532-422 95 28