Tabii bunlar safsatadır. İnsanı fakirliğe razı edip pasifleştirmek, burjuvaya ve egemen güçlere direnmesini önlemektir. Budistler, fakirlere düşkünler(Parya) derler. Bir de seçkinler, üst sınıf vardır. Fakirler, ölümü beklediklerinden ölünceye kadar zamanı bilmemek için tarihte, sürekli afyon kullanmışlardır. Mao, devrim ertesi afyon kullanmayı yasaklamıştır.
Nirvanaya kavuşma olayı ise şöyledir: İyi bir insan, Buda’nın bu öğretilerine uyar; öyle hareket ederse, yazgısına razı olursa, bazıları Nirvana(Külli canla) ile özdeşleşebilirler. Onlara göre tabiat-doğa iki şeyden ibarettir. Yarısı madde(İnorganik), yarısı can (Hayat-organik) dır. İkisi bir bütündür. Bu iki şey bileşirler, ayrışırlar ve bu ebedidir. Çünkü onlar evrenin yok olacağına da inanmazlar. Halbuki bilim bile bir gün bu alemin-evrenin geri bozulup yok olacağını, yani başka bir hal alacağını kabul ediyor. Hindular, evrenin ezeli ve ebedi olduğunu kabul ederek hem kitabi dinlere hem de bilime ters düşüyorlar.
İslam ve İslam tasavvufu; ruhun Allah’a kavuşacağını beyan eder. Budistlerde nesnel can, büyük cana karışabilir. Buda’nın, nirvanaya; büyük cana kavuştuğuna inandıkları gibi.
Budizm-Hindu Felsefesi Darvin’in Tekamül-Teorisine de ters düşmektedir. Çünkü reenkarnasyona göre mükemmel olan, (insan) tekrar basite(hayvana) dönüşmektedir. O nedenle diyoruz ki; Reenkarnasyon Kitabi dinlere de, bilime de, Darvin Teorisinede , big Bang (büyük Patlama ve bunun sonucu bu alemin sonradan olması gerçeği)) olayına da uymuyor. Çünkü Budistler-Hindu dinleri Kâinatın –evrenin ezelden beri böyle olduğunu ve ebedi olarak böyle kalacağına inanıyorlar. Onlara göre; olaylar, olacaklar hep bu yok olmayacak evrenin içinde olmaktadır.
Darvin’in tekamül teorisini de biraz irdeleyecek olursak: ona göre insan, hayvanın tekâmülü-gelişmesi ve düşünen-anlayan insan olmasıdır. İnsanın varlığı bilime göre milyon seneden fazladır. Bu milyon sene içinde tarihin derinliklerinde; örneğin 5-6 bin yıl öncesi ile şimdiki 2004 yılları arasında 4 bin yıl öncesinden Miladi 7.yıla kadar 25-30 peygamber gelmiş. Tevrat gibi 3500 yıllık çok eski yazılı ve çok düşündürücü bir kitap var. Ayrıca Davut Peygamber’in mazmurları-defterleri(Zebur) var, İncil var, Kurân var. Bunlar yazılı belgelerdir.
Ayrıca, tarihin derinliklerinde bilge-feylezof kişiler var. Örneğin Yunan Felsefecileri, Sokrat, Eflatun, Aristo vs.gibi. Bunlar Milattan önce yaşamış Bilge- ve feylezof kişilerdir.
Bu durumda şu soruyu sorabiliriz. Mademki İnsan, Tekâmül ediyor. O halde bütün insanların hepsinin; bu görüşe göre, hep birlikte-topluca birer bilge kişi, Sokrat, Eflatun, Aristo gibi olması hatta gelişme devam ettiğine göre bunları da aşması icab etmez mi?
Peki insanlık camiasında neden Peygamberler, Feylezoflar çok az?
Hayvanlar alemine baktığımızda, her tür, topluca-hep beraber gelişiyor. Neden insan türü topluca-hep beraber akıl ve düşünce yönünden gelişmiyor? Tüm insanlar neden feylezof –mütefekkir –düşünür ve Peygamber olmuyor?
Bu soruları çoğaltabiliriz. Ancak bu kadarı ile yetiniyoruz. Bu sorulara Darvin’in tekâmül, gelişme teorisine göre cevap vermek zordur.
Ayrıca Darvin’e göre insan, maymunlardan(şempanze) oluşmuştur. Yani bu durumda, bütün insanlar tek bir türden-şempanzeden olmuştur. İnsanlar tek tür bir hayvandan(Şempanze) olduğuna göre, insanların insan olduktan sonra, hep birden topluca diyelim fiziki-bedensel olarak geliştikleri aralarında fazla bir fark olmadıkları halde düşünce ve beyinlerinin de aşağı yukarı aynı seviyede gelişmeleri lazım gelmezmiy di? Eğer şu anda 6 milyar olan insanlar, tekbir türden(şempanzeden) değil de; onlarca veya yüzlerce tür hayvanlardan oluşsalardı, o zaman derdik ki insanların aslı tek tür bir hayvan değil. Onun için de hep birden topluca akıl ve beyin yönünden gelişemiyorlar. Ayrıca hayvanlar alemine baktığımızda, önceleri daha ilkel hayvanlar idiseler de, her tür hayvan topluluğunun hep birden geliştiğini görüyoruz. İnsanlarda fiziki-bedensel olarak aşağı-yukarı hep beraber gelişmişlerdir. Halbuki insanlar akıl ve ruh yönünden gelişmiyor.Tarihte bilge kişiler (peygamberler ve feylezoflar-mütefekkirler) yüz-yüz elliyi geçmez. Bunların dışındaki bütün insanlar, bu büyük insanlar gibi olamıyor?NEDEN?
“Akılların ve ruhların da topluca tekâmül etmesi gerekmez mi?”
Biz burada fiziki tekâmülden söz etmiyoruz; akli ve ruhi(psikolojik) tekâmülden söz ediyoruz. Yoksa bu akıl ve ruh başka bir merkezden mi geliyor?
Her tür, fiziki ve bedensel olarak, topluca tekâmül ediyor da, peki neden bu akıl sahibi insanların hepsi birden tekamül etmiyor? Ancak milyonda bir tanesi aklen tekâmül ediyor. Öyleyse tefekkür-düşünce doğa üstü bir gerçektir. Metafizik bir olaydır. İnsanın genlerinin orijinal olduğu da anlaşıldığından hiç bir hayvandan gelmeyen özel bir varlık olduğu ispatlanmıştır. Eğer insan, şempanzeden olsaydı, insanın genlerinin hiç değilse %95 inin şempanzenin genleri olması gerekirdi.
Ayrıca, “İnsanda beyin düşünmektedir” denilmektedir. Beyine baktığımız zaman insanın kafatası içinde, beyin 150-200 gr. ağırlığında hücrelerden oluşmuş organik bir maddeden başka bir şey değildir. Bilindiği gibi organik madde de cisimdir. Peki o zaman cisim-madde olan bir et parçasından başka bir şey olmayan beyin nasıl düşünüyor? (tamamen cisim-madde olan et-madde-kan-hücre et-kemik nasıl düşünür?) Beyin ise bir et parçasından başka bir şey değildir, yani bir cisimdir. Cisim olan her bir nesnede düşünce yoktur ve bu kesindir. Ama insan düşünmektedir. Düşünen ve akıl sahibi bir varlıktır. Maddi nesnelerde düşünme ve anlama yeteneği, kesin olarak olamayacağına göre; öyleyse insanın içinde maddi-cismani olmayan soyut olan bir varlık vardır. İşte buna “Ruh” deniliyor. Ruh ise, yaratana ait bir sıfattır. Akıl, anlama yeteneği de ruhun bir niteliğidir. Ruhta düşünme niteliği de vardır, ve düşünce akıldan çok üstün bir soyut gerçektir. Zira Arapça bir sözcük olan aklın sözcük anlamı ANLAMAKTIR, akıl sadece bir şeyi anlama niteliğidir. Kur’an tefekküre çok önem verir. O akıldan öte bir kavramdır. Çünkü evreni ve evrenin ötesini ve Tanrı’yı ve fizik ötesini sonsuzu düşünmektedir. Bu çok muazzam bir şeydir. Evrende ancak küçücük bir varlık olan insan tüm evreni, nesneleri ve fizik ötesini sonsuzluğu düşünmektedir. Bu çok büyük bir olaydır. Bu küçücük insanın bunu yapamaması lazım gelir ama yapıyor! Demek ki insanda çok büyük soyut bir varlık var. Bu küçük varlık bu kadar büyük işleri ve bugünkü teknolojiyi yaratamaz. Bu kadar büyük işleri ancak Tanrı yapabilir. Bu durumu ile insan, Tanrısaldır. Ya Tanrı’nın bizzat kendisi, yada zati sıfatı olan bilgi niteliği taşıyan Tanrı’nın ruhu bu küçücük insana bu büyük işleri yaptırmaktadır. Şimdi Tanrı, Kur’an’da,
“İnsanın içine ruhumdan üfürdüm” buyurmaktadır. Allah’ın ‘iç’ dediği yer, mahal neresidir. Acaba insanın kalbine, yani göğsünün içine mi üfürdü veya kafatasının içindeki o et parçası olan beyne mi üfürdü. Bu konu, henüz kesin olarak bilinmemektedir.Ama üfürülen yerin diyaframın üstünde olduğu kesindir. Allah, alim, bilgili olduğu için, Allah’ın sıfatı olan ruhuna da bilgi gelmiştir.
Ayrıca insanın beyninin içinde, Işın saçan elektrik yada, elektron yani kuantumlar gibi, Işık (Nur) bulunduğunu son bilimsel araştırmalardan öğreniyoruz. Son tıp otoritelerine göre ölüm olayının, beyinde olacağı görüşü de acaba ‘Ruh’un Allah tarafından beynin içine mi üfürüldüğü’ kanaatine ağırlık kazandırmaktadır. Ayrıca, gözün, kulağın, dilin, yani görme-işitme ve konuşma niteliklerinin de insanın başında olması ve kafatasının çok sağlam yapılmış olması, ruhun beyne üfürüldüğü kanaatini artırmaktadır.
Demek ki , organik bir et parçasından başka şey olmayan, cismani-maddi bir yapı olan beyin düşünmüyor. Beynin içindeki o ışıklar düşünüyor. Işık(Nur) ise akıl gibi soyut varlıktır. Yani insanın içinde maddi-cismani olmayan soyut olan bir ‘Var’ vardır. İşte bu peygamberlerin ‘Ruh’ diye nitelediği varlıktır. İnsanın kişiliğini de, fiziki varlığı değil; ruhani(psikolojik) varlığı belirler.
Big Bang “Büyük Patlama”yı anlatanlar; çok yoğun ve çok büyük bir enerji- kızgın bir enerji kütlesi var idi. (daha evren yok iken) Bu yoğun kütle, sıkıştı, sıkıştı ve nihayet merkezkaç olayı gibi patladı. (Örneğin bir demircinin kızgın demiri döverken, iki örs ve çekiç arasında sıkışan kızgın demirden sıçrayan çıngılar gibi)diyorlar.
Peki evren yok iken, demek ki çok büyük bir ‘Var’ var idi. İşte evrende bu ‘vardan’ var oldu. Öyleyse bu ilk kütle, ezeli ve daimi bir ‘Var’ idi. Yani ‘kadim-zorunlu’ bir ‘varlık’ idi ve onu yaratan yok idi. O kütle bizatihi(kendiliğinden) var idi. Kendiliğinden var olan Işık(Nur) ve enerji-kuvvet olan ve kendisini yaratan bulunmayan bir varlığı demek ki big-bangcılar kabul ediyor. Bir şey kendiliğinden nasıl var olur? Bunun cevabı yoktur. Ama kesin olarak kendiliğinden var olan bir ‘var’ vardır, bunu big-bangçılarda kabul ediyor. Peki bu kendiliğinden var olan; yaratılmamış olan Varlık, Allah’tan başka ne olabilir. Allah, yaratık değildir; ve Allah bizatihi (kendiliğinden) var olan zorunlu bir varlıktır. Bunun klasik terimi şöyledir: Vacibul-Vücud: Varlığı kendinden ve zorunlu olan varlık.
Allah bizatihi varlığı, kendinden olan, ezeli, daimi, ebedi, nur-ışık ve kuvvettir(enerji). Sure-i Nur da Allahu Teala “ Allah’u nurissemavati velard- Allah göklerin ve yerin nurudur, ışığıdır.” buyurmaktadır. Yani Allah’ın varlığı Nur’dan ibarettir; tamamen ve sonsuz nurdur. Ve nurun sınırı olmaz ve nur parçalanmaz. İki sonsuz varlık düşünülemez. Öyleyse, Allah’ın varlığı sonsuz-sınırsız tek bir nurdur. Var olan Allah’tır ve birliği de varlığı gibi zorunludur. Çünkü iki sınırsız var olmaz. Ve nur (ışık) ve enerji-kuvvet parçalanmaz. Ayrıca Allah Kur’an’da “Kuvvet-kudret(enerji)”inde kendisi olduğunu açıklamıştır.”Maşallah La kuvvete İllabillah-Allah istemiş. Allah’tan başka kuvvet yoktur”ayeti ile sabittir. O nedenle nur ve enerji-kuvvet parçalanamayacağından Mutlak Varlık Allah’tan kopmuş küçük ilahlarda düşünülemez.. Parçalanmadığı için de, O’nun oğlu ve kızı da olmaz. Zira Allah Nur’dur ve cinsiyetten münezzehtir.
Bu big-bangçıların büyük patlama dediğine Kur’an tecelli (belirme) diyor. Örneğin, denizin hortum şeklinde yükselerek başka bir belirme(görünme) yaptığı gibi. Veya güneşin şafak olayı gibi.
Yani, Kitab-i Dinlere göre Allah’ın tecellisi (belirmesi) vardır. İşte bu belirmede , Allah’ın başka bir görüntüsüdür. Şafağın, güneşin bir görüntüsü olduğu gibi. Ama Allah’ın tecellisi de Nurdur. Zatından ayrılmaz; güneş ve ışığı gibi .Güneşin ışığı, güneşin ta kendisi olmadığı, ancak güneşten de ayrı bir şey olmadığı gibi. Zira güneşin ışınları; güneşle beraber gelir ve güneşle beraber gider. Güneş akşam batarken duvarlarda bir zerre ışın bırakmaz. Demek ki güneşin ışığı da güneştir. Ancak Güneş gökte, arşta çok büyüktür. Güneşin ışınları güneşin ta kendisi değildir.
İşte bu tecelliden( ki tecellisi de Nurdur) diğer alemleri, mertebe mertebe (Kur’an ve Tevrat’a göre 6 mertebedir) yaratmış ve en son bizim dünyamızı yine bu nur ve enerji-kuvvet olan tecellisinden tekasüf ettirme (yoğunlaştırma) yolu ile cisimleri, nesneleri yaratmıştır. Sonra insanı yaratmış, altı mertebede tamamlanmıştır. Birinci tecelli ilk ruh, ikinci tecelli Levhu Mahfuz, üçüncü tecelli ruhlar alemi, dördüncü tecelli örnekler alemi, beşinci tecelli küreyi arz (yer yuvarlağı) , altıncı tecelli insandır. Sonra mutlak varlık olan Allah, bu altı mertebeyi kaplamıştır. Allahu Teala “Ayık olunuz Allah her şeyi ihate etmiştir.”(Fussilet-54) buyurmuştur. Bu konuda daha detaylı bilgi almak isteyen Varlık(1974-Bilmen Basımevi İstanbul), Muhammed-İsa-Adem(1993-Özmert Ofset Malatya) isimli kitaplarımıza müracaat edebilirler.
Bu sıkışma olayı şu şekilde olmuştur: Önce kuvvet ve ışık olan İlahi tecellilerden, kuvvet-enerji nur- ışığı sıkıştırarak atomları, molekülleri, molekülleri de sıkıştırarak üç boyutlu cismi(maddeyi) oluşturmuştur.
Birde big-bangçılar kendiliğinden var olanı yoğun ışık ve enerji olan kütleyi kabul ediyorlar ama o kütleden fazla söz etmiyorlar. Onu araştırmaya kalkmıyorlar. Çünkü çözemeyeceklerini biliyorlar. O ezeli, ebedi ve daimi ve kenarsız-sonsuz yani kendiliğinden var olan Varlığın ne olacağını çözemiyorlar. Kavrayamıyorlar ve de asla çözemeyeceklerdir, bunu kendileri de bilmekteler.
Bir varlığın ezeli olması ve ebedi olması demek, O varın başlangıcının ve sonunun olmaması demektir. Yani ezeli varlığın, başlangıcı da, sonu da aynı noktadır, tıpkı daire gibi. Bir dairenin başlangıç noktası aynı zamanda son noktasıdır. İşte bu mutlak varlık Allah’ın çok büyük bir sır olduğunun ispatıdır.
“Bir var ki kendiliğinden var ise biz ona Allah diyoruz” big-bangçılarda yoğun bir kızgın enerji kütlesi diyorlar. Ne denilirse denilsin demek ki kendiliğinden var olan bir varı onlarda kabul ediyor. “Kendiliğinden var olan Tanrıdan başkası olamaz. Bizim Allah’ın tecellisi dediğimiz olaya onlar Patlama diyorlar.” Patlayanın ne olduğu üzerinde de fikir yürütemiyorlar. Zira kendiliğinden var olanın hakkında fikir yürütülemez. Ayrıca Peygamberler kendiliğinden var olan varlıkta ilim ve sanat niteliği olduğunu Alim ve Canlı yani Diri, Aziz ve Hakim bir Zatı Mutlak olduğunu beyan ediyorlar.
Doğaya baktığımız zamanda, doğanın tam bir düzen içinde olduğunu; hiç bir saçmalığın, yanlışlığın bulunmadığını görüyoruz. Aynı zamanda muazzam bir Sanatı da algılıyoruz. Doğadaki bu düzen ve sanat yaratıcının şuurlu ve bilgili olduğunu, canlı ve faaliyette olduğunu gösterir ki bu evreni oluşturan ALLAH-I AZİMÜ ŞAN’DIR. CELLE CELALUHU