Dileriz; Müslüman toplumları içerisinde barındıran devletler, çağın anlayışına uygun olarak; “Hürriyetçi”ve “Güzel ahlâkçı” bir görüşle sosyallaşırlar. Yer yüzünün en “sosyal adaletçi”, sosyal devletlerini kendi tarihinin şuuruna uygun olarak kurar. İnsanı, kula kul olmaktan kurtarırlar…
Bütün Dünya insanları, gerçek sosyal adaletin ne olduğunu ve gerçek sosyal devleti, kimlerin kurabileceğini görürler!..
Müslüman, maddi arzularının yüzde doksan dokuzunu Tanrı’sından; ancak yüzde birini kuldan istemelidir.
Tanrı’nın kulu, yani O’na gerçekten inanmış ve O’nu kendine “Rab- Yönetici”edinmiş olan Tanrı Yolcusu, maddi ihtiyaçlarının ve dileklerinin %99’unu Tanrı’sından isteyecek. Ancak %1’ini kuldan isteyecektir.
Konuyu açalım biraz:
Tanrı’ya inanan, yalnız değildir. Sahiplidir. Hem de öyle bir sahip ki; bütün Kâinat “kendisinin” olan; Kudret, Kuvvet ve Saltanata mâlik bir Sahip!
Kendisini her an görüp gözeten bir Sahip! Hazine, bizzat “Kendisi” olan bir Sahip!
Gerçekten bütün kalbi ve şuuruyla Tanrı’ya inanan bir insan, Tanrı’dan başka kimseden bir şey istemez! Çünkü “gerçek kişiliğe“kavuşmuş, efendi bir Ruhun sahibidir.
Ruhu “efendi” olan; kuldan, kullardan bir şey ister mi?.. Ancak Ruhu “dilenci” olanlar; şundan-bundan bir şeyler ister. Efendi, kuldan birşey istemez. Kul, efendiden ister.
İsteyen kuldur, veren efendidir. Mübarek Peygamberimiz
(a.s.v.),
“Veren el, alan elden üstündür”. (150)
Buyururlar. İşte bu Kutsal Peygamber sözünün, bir yüksek anlamı da budur.
Bu nedenle inançlı kişi bilir ki; kimden ne isterse, O’nun kulu olur. İşte bu durum kendine çok ağır gelir. Kula, kul olmak istemez. Ancak gerçek ve gerçekte “birtek efendi” evrenin yaratıcısı olan Tanrı’yı Efendi bilir ve ancak “Yaratıcısına” kul olmak ister. O nedenle de Mânevi olduğu gibi; maddi ihtiyaç ve meşru arzulanın da Yaradanına arz eder. O’ndan ister.
Tanrıdan istemenin, “Tanrı’nın kendisine verdiği işgücünü kullanmak”olduğunu da kesinlikle bilir. Çünkü O, Ruhu efendileşmiş, gerçek kişiliğe ermiş Müslüman; yani gerçeği teslim eden, kabullenen “insan” dır.
Gerçek Müslüman, kula kul olmamak için ölünceye kadar çalışır. Bu zamanın kâfir ve zalimlerine boyun eğmemek için didinir. Efendiliğini muhafaza eder. Evrenin yaratıcısı olan gerçek “Efendiye”, ancak “kulluk” eder. İhtiyacını , O’na arz eder.
Ancak çok darda kaldığı zaman, yani işgücünden yoksun olduğunda, yolda kaldığında v.b. türlü nedenlerle, kullardan bir şeyler isteyebilir. Bu caizdir. Beşeriyet icabı (İnsanlık gereği)… Zira, dünya hayatının türlü halleri vardır!..
Olgun ve tecrübeli insanlar, bu sözlerimizi takdir ederler.
Kulun, kula muhtaç olmamasının; herkesin kişiliğinin ve efendiliğinin korunması için her ne kadar Tanrı’ya inanç lazımsa da; toplumcu bir görüşle devletin fikir ve vicdan hürriyetini zedelemeden, sosyalleşmesi de lazımdır.
Zaten Nübüvvet (Peygamberlik) ve Şeriatın neden geldiği araştırıldığında; “sosyal devlet’i kurmak, “hakku’l ibâd (kulların hakkını hukukunu korumak)” için oluştuğu anlaşılır. Bir gerçek var. Sırası gelmişken açıklayacağız:
“Hakkullah”, yani kulun gafletten uyanıp, Tanrıı’sına yönelmesi ve Tanrı’ya kulluk ederek Rabbına kavuşması (Mistisizm) “Velâyet’le mümkündür. Tanrı Yolunda yürümek(Seyr-i sülük), Tanrı’ya aşk ile hizmet etmek, kavuşmak… Buna “Hakkullah” denir. Bir başka deyişle, kul ve Allah arasını tanzimdir (düzenleme). Bu alanda “Velayet” ve “Tarikat” kavramları da kullanılır… Bunların hepsine birden, “Tasavvuf denir.
Fakat Hakkul ibad”, yani kulların hakkını koruyan, kul ile kul arasındaki ilişkileri tanzim eden müesseseye de “Nübüvvet (Peygamberlik)” ve “Şeriat” denir.
“Şeriat”, toplumun sosyo-ekonomik ilişkilerini ve cezai konularını ele alan, “İslâm yasaları“dır. Tek kelime ile “İslâm devleti”dir, peygamberliktir.
Çünkü Peygamberlik, yeryüzünde Tanrı hükümranlığının, Tanrı adına ve Tanrı’nın Kutsal Kitabındaki kurallara göre; insanlar arasındaki bütün ekonomik ve sosyal meseleleri tanzim etmek. Ve Tanrı adına hükümet etmektir. Öyleyse Nübüvvet (Peygamberlik), “Sosyal devlet” demektir. Ayrıca Peygamberliğin, daha bir çok vasıfları ve görevleri de vardır. (151)
Dileriz; Müslüman toplumları içerisinde barındıran devletler, çağın anlayışına uygun olarak; “Hürriyetçi”ve “Güzel ahlâkçı” bir görüşle sosyallaşırlar. Yer yüzünün en “sosyal adaletçi”, sosyal devletlerini kendi tarihinin şuuruna uygun olarak kurar. İnsanı, kula kul olmaktan kurtarırlar…
Bütün Dünya insanları, gerçek sosyal adaletin ne olduğunu ve gerçek sosyal devleti, kimlerin kurabileceğini görürler!..
________________________________________________
(150) Hâkim b. Hizan’dan, Selâmet yolları, C.2, S.388.
Ebi’d Derda,İbn Mes’ud’dan, Suyûti, Camiussağir, C.2, S.294.
(151) Bkz. VARLIK, Kâzim Yardımcı, “Nübüvvet ve Risalet” konuları Genel Dağıtım: Doğan Dağıtım-Malatya.