Ekonomi dilinde kalkınma kavramı,  kısaca verimlilik demektir. Verimlilik ise en az girdiyle maksimum üretim ve maksimum verimin elde edilmesi durumudur.  Bunu yapabilmek iyi eğitilmiş ve nitelikli insan kaynağına dayanır. İyi eğitilmiş ve nitelikli insan kaynağı ise akla-bilime dayalı, düşünen, sorgulayan, yorumlayan, okuduğunu anlayan, bildiğini anlatabilen, alanında uzmanlaşmış bireyler yetiştirilmesine bağlıdır.

Ülkemizde kişi başına milli gelir tutarlarını irdelediğimizde, gelir dağılımındaki çarpıklığı bir kenara koyarsak, son yirmi yıldan bu yana 8.000.-USD-13.000.-USD aralığında seyrediyor. Az gelişmişlik zincirini kırmak için kişi başı ortalama 15.000.-USD gelir rakamının aşılması gerekiyor. Ancak ne yazık ki bir türlü bu sayılara çıkılamıyor.

Bu durumun pek çok nedeni var elbette, ama yukarıda ifade edildiği gibi, kalkınmayı sağlayan asıl güç eğitilmiş insan kaynağı üretmekten geçiyor.  Ne yazık ki bugüne kadar bu kaynağı üretemedik.

ÖĞRENCİLERİN SORU ÇÖZEBİLME ORANI ÜRKÜTÜYOR

Bu yıl yapılan Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı sonuçlarına bakıldığında durumun vahimliği iyice anlaşılıyor. Yaklaşık iki buçuk milyon öğrencinin girdiği bu sınavda, net soru yapma ortalaması aşağıdaki şekildedir.

Sorular farklı sayıda olduğu için yüzdeye dönüştürülerek değerlendirildiğinde, soru çözebilme oranı; Türkçe 1-2’de %30.71, Coğrafya 1-2’de %27, Sosyal Bilimlerde %33.4, , Tarihte %19, Matematik 1-2’de %13, Fen Bilimlerinde %11.2, Felsefede %17.8, Fizikte %7.4, Kimya’da %7.4, Biyolojide %9.9, Yabancı dillerde %33 olarak açıklandı. Bu sonuçlar önceki yıl ve yıllarla da aşağı yukarı aynı seviyelerde.

EĞİTİMDE ALARM ZİLLERİ ÇALIYOR

Eğitimde adeta alarm zilleri çalıyor ama kimsenin umursadığı yok. Bir işveren olsanız bu kadar ortalama net soru yapmış bir adayı işe alır mıydınız bilemem ama şu bir gerçek ki burada suçu öğrenci ve öğretmenlere yüklemek, sorunu çözmez, derinleştirir.

Doğru cevap sayılarını yorumladığımızda karşımıza şöyle bir insan tipi çıkıyor. Konuştuğu dili bilmeyen, okuduğunu anlamayan, analitik düşünemeyen, mantık kavramını kullanamayan, kendi tarihinden bir haber, yaşadığı coğrafyasını-dünyasını bilmeyen, bilime ve fene önem vermeyen, yabancı dil öğrenememiş bir öğrenci/mezun tipi; öğrencilerini şu veya bu şekilde eğitememiş öğretmen tipi; sağlam bir eğitim sistemin kuramamış, adeta geleceği karartmış bir eğitim politikası karşımıza çıkıyor.

TÜRKİYE, PISA TESTİNDE DÖKÜLÜYOR

OECD tarafından yayımlanan ve 15 yaşında 540 bin öğrencinin dahil olduğu 3 yılda bir yapılan araştırmada, PISA Testi 2016 sonuçlarına da bakıldığında, ülkemizin 72 ülke arasında 50’nci olabildiği görülüyor. İlginçtir, sınavda tüm ülkeler ortalamasına göre öğrencilerin %7,7si en yüksek sonuçları almış. En yüksek sonuç alan öğrenci oranı, Singapur’da %25, Tayvan, Japonya ve Finlandiya’da %14, Türkiye’de ise %0,3. Yani ortalamanın üstünde başarılı öğrenci sayısı Singapur’da her 4 kişiden biri iken ülkemizde her yüz kişiden biri bile değil, 0.3’ü.

Bütün bunları görünce, Meclis’te kavga ederek bir birine küfür eden milletvekili-bakanları, trafikte adam öldüren magandaları, düğünde havaya ateş ederek cana kıyan cahilleri, vergi kaçıran iş adamını, elini vicdanına koymayan esnafı, yalan dolanla toplumu dolandıran din adamı kılıklı dolandırıcıları, turiste kazık atan taksiciyi, anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz diyen ve dün dediğinin tam tersi konusunda toplumunu defalarca ikna etmeyi başaran siyasi liderleri, yaptığı bütün kötülükler sonrası eve gidip eşinin ve çocuklarının gözünün içine bakmayı becerebilen her kimse o kişiyi anlayabiliyorum. Ne yazık ki sistem böylesi kişiler yetiştiriyor demek ki.

EĞİTİME ÇOK AZ KAYNAK AYRILIYOR

Kamuda bir şeye verilen önem, ona harcanan parayla ölçülür. Bunu yıllar önce Alpaslan Işıklı’nın “Bir Başka İktisadı” kitabında görmüştüm. Bu mantıkla kamu harcamaları içerisinde eğitime harcanan pay, son 50 yıl ortalaması alındığında, son dönemlerdeki %5-6’lara rağmen %2-4’ler civarındadır. Eğer bizi 50 yıldan bu yana yönetenler gelişmiş bir toplum arzu etselerdi eğitime çok daha fazla kaynak ayırırlardı. Bu kaynağı ayırmamışlarsa, yönetenler eğitilmiş bir toplum düşlememişler demektir. Düşleselerdi yarısı bile mi gerçekleşmezdi peki?

Özetle, eğitim ve kalkınma düzeyi arasında önemli bir paralellik bulunuyor. Ülkeyi dün yönetenlerin bugünkü sonuçlardan, bugün yönetenlerin otuz-elli yıl sonraki sonuçlardan sorumlulukları olduğu unutulmamalıdır.

Şaban Çağıran

Bankacı

[email protected]