Sosyal medya hesabımda Eskisaray Camii’nin avlusunda bulunan çınar ağacının durumunu paylaşmış ve “koruyamıyoruz, kaybediyoruz” diyerek üzüntülerimi ifade etmiştim.

Eski halini bilip şimdiki halini gördükten sonra üzülmemek mümkün değildi.

Eskiden mahallelerimiz, mahallelilerimizce sahiplenilir, o mahalleye mensubiyetiyle övünülürdü. O zamanlar mahalle kültürümüz çok gelişmişti çünkü.

Eskisaraylı, Hocaömerli, Musallalı, Sıratutlu, Yenipınarlı… Kim hangi mahallede yaşıyorsa, o mahalleyi tüm benliğinde yaşıyordu adeta.

Her mahallenin hikâyeleri, efsaneleri, kahramanları, önde gelen insanları, renkli karakterleri, kendilerine has özellikleri vardı.

Derdiyle hemdert, sevinciyle mutluluk duyarlardı. Hangi sokağında, hangi evinde kimler yaşar, hatta kim girer kim çıkar, bilinirdi, dahası çoğunun başka yerlerde yaşayan hısım akrabaları da bilinirdi.

Bir evde dededen toruna geçen bir hayat tarzı vardı. Kahır ekseriyet evler babadan, dededen, atadan kalmaydı ve sonra çocuğa, toruna kalırdı. Yaşanılan evlerde ataların izi, kokusu olduğu için ayrı bir değeri vardı. O evde doğmuş, çocukluğunu ve gençliğini o evde, o sokakta yaşamış, o evde yaşamını devam ettirmişti. Ve o evde babasının, dedesinin vefatına şahit olmuştu. Böylesi evlerin oluşturduğu mahalleler de keza aynı şekilde önemli ve değerliydi eskiden.

Söz Eskisaray Camii’nin avlusundaki çınar ağacından açıldı ama nerden nereye geldik…

O asırlık bedeninde nice hikâyeleri barındıran, nice hayatlara, olaylara şahitlik etmiş çınar ağacının göz göre göre kuruyup çürümesi bu yüzden zor geliyor işte. O bölgede yaşayıp da kimlerin hatırası yok ki…

İkindi vakti çöktü mü gölgesinde kurulan yoğurt, n’anecük, yarpız, buz… pazarını bilmeyen, alışveriş etmeyen mi var ki, hatırası olmasın…

Neyse.

Bunca yılın ihmal ve ilgisizliği mi, yoksa hayatın normal seyri mi bilemiyorum. Ama etrafını betonlaştırdığımız, toprakla, suyla, gökyüzü ile neredeyse temasını kestiğimiz bir ulu çınarın çürümesini hayatın normal seyri içerisinde göremiyorum nedense.

Yıkılıp, kaybolup yitip giden onca değerlerimizin çoğu, hayatın normal seyri içinde mi yok oldu sanki?

Şimdiki nesil sadece hikâyelerini duyuyor tek tük…

Elde ne kaldı pek bilemiyorum. Ama emin olun bir müddet sonra hikâyeleri, efsaneleri de kalmayacak.

Çoğu zaman aklının yettiğine gücü yetmiyormuş insanın.

Yapabilecek bir şey yok diyerek kendimizi avutalım ve sevgili dostum Demirhan Seçilmiş beyin paylaşımım sonuna not düştüğü şu cümle ile teselli bulalım.

“Bidayeti olan her şeyin nihayeti vardır.”