Doğa bir bahara gebe, yaşam bir ayrılığa sanki.

            Tıpkı bir büyücünün yalanı gibi gerçek.

Oysa ben seni öyle sevmiştim ki,

Sevdam beni öyle bir yola sürükledi ki,

Bir bardak su içmek gibi basitleşti günah işlemek…

 

Gölgene sığınıp, hayat yolculuğundan bir nefeslik dinlenmek istemiştim.

Ben, seninde susuz,

Seninde sevmesini biliyor,

Seninde bedel ödemeye hazır,

Seninde gerekirse yağmurlar altında ıslanmayı romantizm sayabileceğini sanmıştım.

Ben sana gül dedikçe, sen kendini bahar sandın.

Ben sana hülya dedikçe, sen kendini yıldız sandın.

Ben sana gitme dedikçe, sen kendini vazgeçilmez sandın…

 

Şimdi, anılarım avuçlarında eriyor,

Silivermek istiyorum bütün bir geçmişi ve yaşanmışlığı…

Bir aşkı yaşanmamış, bir aşkı yok saymanın vebali omuzlarında.

Bense daha beter günahları kabullenmeye çalışıyorum.

 

Mantıksızlığı mantık sayıp mantıksızca sürükleniyorsun aslında.

Kendini acımasız rüzgarlara koyuvermiş,

Nice güneşleri batırıyorsun gözlerinde…

 

Bir aşk ki, ateş kucaklanamıyorsa beraberce,

Darağacında gülümseyemiyorsan ölüme,

Sabahı beklerken sevdiğin gözlerinin önünde değilse bütün bir gece,

Koca bir aşktan kırıntılar kalmış demektir bence…

 

Oysa ben…

Ben seninle ateşlerde yanmayı, gül bahçesinde gezinme bilmiştim.

Seninle el ele tutup ölüme doğru yol almayı ödül sanmıştım.

 

Ben, Azrail’e meydan okuyorum sensiz.

Soğuk bir namluya hedef,

Alabora olmuş bir gemiye yolcu olmak istiyorum yokluğunda.

 

Ben, pişmanlıkların pençesinde öfkelenmek,

Yüreğimdeki çocukluğu boğmak istiyorum.

Ben seni unutmak için hafızamı yitirmek,

Sana, seni sevdiğimi son kez söylemek istiyorum…

 

Git demiyorum.

Zira gideceksin biliyorum.

 

An gelecek sıkışacak kalbin,

Bin bir pişmanlık serde,

Gözlerinde yaşlar süzülecek istemeden,

Lanet okuyacaksın gittiğin güne…

 

Ateşi kucaklayasın gelecek.

Ölüme gülümseyeceksin benim gibi.

Mantığın devre dışı kalacak.

Bir yudum sevdaya, bir ömür vereceksin.

 

Haydi, şimdi git…

Biliyorum zaten gideceksin…