Bir kimsenin, bir kurum veya bir toplum içindeki durumuna statü derler. Daha doğrusu statü kelimesinin sözlükteki karşılığı bu şekildedir.
İşte bu “statü” denen şey, iliştiği kişiye bir takım ayrıcalık ve farklılıklar kazandırır. Bununla da kalmaz duruşunu, oturuşunu ve konuşmasını da değiştirir.
Kimi dişi ile tırnağı ile kazanır içinde bulunduğu statüyü.
Kimi eşe dosta borçludur.
Kimi yağcılık, yalakalık ve cambazlık sayesinde ulaşır.
Kimi birilerinin omuzlarına basarak gelir.
Kimi mürekkep yalayıp, kalem eskitmekle kazanır.
Kimi yılan gibi sürünerek, kimi kartal gibi uçarak ulaşır.
Kimi çıyan gibi, kimi de tilki ve çakal gibi…
Hâsılı kelam çok çeşitli yollarla ulaşılır bu statü denen mübareğe(!)
Bu süreç içerisinde de isminin sol tarafındaki unvanlar artar veya yükselir.
Bu arada “insan” olmak unutulmuştur.
Unvanlar, diplomalar ve sıfatlar konuşmaya başlamıştır.
Öyle ki sayılır ve itibarlı olmak, hürmet ve değer görmek, kısaca “adam” olmak “insan” olduğu için değil, bu unvanlar sayesinde mümkün olur.
Ya da öyle sanılır.
Oysa meşhur ifadesi ile “İlim irfan cehaleti örter eşeklik baki kalır.”
Yani aslında ve özünde ne ise odur. Sonradan kazanılan, ulaşılan makam, unvan ve diplomalar sadece bir araçtır.
Bunlar olmayınca/olmadığı zaman “hiç” olan bir kimse bunlar olduğunda da “hiç”tir.
Hele bunlara sahip olduğunda kendisini bir halt belliyorsa, afra tafra yapıp herzeler yiyorsa, Bir de triplere giriyorsa o “hiç oğlu hiçtir.”
Bazen ulaşılamayacak kadar yüksekte sanılan kişiler aslında eğilemeyeceğin kadar alçaktadır.
Bu yüzdendir ki Üstad Necip Fazıl böylesi kimseler için “Sana alçak demem, alçak da bir yüksekliktir. Sen çukursun, çukur” demiştir.
Bu durum herkeste böyle değildir elbette.
Asildir, asaleti kendindendir kimileri de.
Bulunduğu makam ve sahip olduğu unvanlar şahsiyetinde herhangi bir değişiklik yapmadığı gibi, bilakis tevazu ve erdemine katkı da sağlar.
Kimi makam ve unvanların sorumluluğu altında ezilir, bunların geçici olduğunu bilir ve sadece hizmet vesilesi olduğuna inanır, öyle de davranır.
Kimi de nerden ve nasıl geldiğini unutur, sahip olduğu makam ve unvanlara sıkı sıkıya yapışır. Çünkü onlarsız bir “hiçtir”
Herkesin kendisine mecbur olduğunu sanır.
Her şeyi bildiğini sanır.
Dün neydi, bugün ne, yarın ne olacak aklına bile getirmez.
Sanır ki bu devran hep böyle devam edecek.
O makam ve unvanın sarhoşluğu içerisinde bir gün kıç üstü yere oturacağını tahmin etmez.
Böyle insanları gördükçe, hele bir de daha önceden tanışılmış biri ise insanın aklına şu özlü söz geliyor: “Keşke insanların üzerine sağ tıklayıp da ‘özelliklerini göster’ yapabilseydik.”
Hazır yeri gelmişken bir iki söz daha yazayım.
“Körden değil nankörden, yüzsüzden değil ikiyüzlüden, tipi bozuktan değil; sütü bozuktan kork.”
“İnsan gelişimi, bir trene benzer: kendini aşan insan, garından, haddini aşan insan ise rayından çıkmış demektir...”
“Çok şey bilmene gerek yok, Haddini bil yeter!”